ALEVİ CANLAR FORUMU

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ALEVİ CANLAR FORUMU

ALEVİ CANLAR FORUMU-TASAVVUF ARAŞTIRMA ,PAYLAŞIM

Mart 2024

PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
    123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031

Takvim Takvim


    Hz. Ali Yanlılığının Doğuşu

    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 4744
    Kayıt tarihi : 23/02/09
    Yaş : 64
    Nerden : istanbul

    Alevi-Veysel Forumundaki Üyelerin Karekterleri
    üye karekteri: 1 kıdemli

    Hz. Ali Yanlılığının Doğuşu Empty Hz. Ali Yanlılığının Doğuşu

    Mesaj tarafından Admin Salı Mart 24 2009, 22:03

    Hz. Ali Yanlılığının Doğuşu

    İslamın ilk dönemlerinden itibaren belirgin eğilimler başlar. Sahabe
    denilen kadro içerisinde farklı görüşler belirir. Bunlar içerisinde
    Peygamber yoluna karşın, gizli-açık farklılıklar sergileyenler olur.
    Muhammedi çizgiye özden bağlı, ama kendine özgülük belirtileri olan
    görüşler de varlık gösterirler. Bunlardan birinin öncülüğünü ve
    önderliğini Ali yürütmektedir. Ali’nin sergilediği Muhammedi eğilimi,
    Hz. Muhammed’in bilgisi içerisindedir ve onayı çerçevesinde özgün
    oluşumunu yaratır. Bu demektir ki, daha Peygamber Muhammed döneminde
    birbirine göre farklı eğilimler belirmiştir. Bunlardan bir bölümü, ana
    çizgi olan Muhammedi ve Kuranıkerim çizgisine göre farklı eğilim
    taşırlar ve Peygamber’in onayı dışındadırlar. Hz. Ali’nin yürüttüğü,
    geliştirdiği çizgiyse, ana çizginin paralelindedir ve Peygamber’in
    bilgisi ve izni çerçevesinde hareket etmektedir. Dahası, ana çizginin
    temsilcisidir. Muhammedi ve Kuranıkerim anlamındaki İslamı Ali’nin
    önderliğindeki bu çizgi yürütmektedir. Bu çizgiden olanlara, Peygamber
    Muhammed bizzat “Ali Şiası” adını verir ve İslamın özünü, ana çizgisini
    bunların sürdürdüğü kanısındadır.

    Demek ki, Peygamber döneminde ve Peygamber’in izni çerçevesinde İslamlık içinde Ali çizgisi oluşmuştur.

    Kaynakların onayladığına göre, “Şia” sözcüğü ilk olarak Hz. Muhammed
    tarafından Hz. Ali için söylenmiştir. Sözlük anlamıysa “taraftar,
    yardımcılar” olarak bilinir. Ali, daha Hz. Muhammed döneminden itibaren
    bir yandaş topluluğa, kesime sahiptir. Bunlara, “Ali Şiası”
    denilmiştir. Peygamber, Ali’nin çevresinde bir grubun oluşmasından
    hoşnuttur. Bu grup hiç de Hz. Muhammed’e ters değildir. Ona bağlıdırlar
    ve sevip- saymaktadırlar. Peygamber, bu grubun İslamiyete içten
    bağlılığını bildiği için, bunları “cennetlik”le müjdelemiştir.[1]

    “Şia” adının, Hz. Ali’ye yandaş ve ona uyan, ona yoldaş olanlara
    doğrudan Peygamber’ce verilen ad olduğu kesindir. Eski bir kaynak olan
    “Künûz’ül- Hakaaık”ın verdiği bilgiye göre, Peygamber Muhammed Ali ve
    onun yanında yer alanlar için;

    “Ali’nin Şiası, kurtulanların ve muratlarına erenlerin ta
    kendileridir.(…) Ya Ali sen ve Şian, havuz kıyısında bana
    ulaşacaksınız”.

    demiştir.

    Hz. Ali’nin verdiği bilgilere göre, kendisi Peygamber'e; “Kurtulanlar
    kimlerdir? Onların yolları hangi yoldur?” türünde bir soru yöneltir.
    Peygamber’se yanıtında; “Senin ve senin Şianın”, yani “sana uyanların
    yolu” der. Ayrıca yine Ali’nin aktardığı bilgilerde; Peygamber’in
    toplumun çeşitli eğilimlerdeki gruplara ayrılacağını, tümünün
    “sapıklığa” düşeceği, yalnız kendisine uyanların (Ali’ye uyanların)
    doğru yolda oldukları ve “kurtulacaklarını” söylediği
    doğrultusundadır.[2]

    “Şii / Şiilik”, “yandaş, taraftar” demek olan “Şia” sözünden
    türemiştir. Peygamber’in doğrudan Beyyine 7. ayetteki “İnananlar ve iyi
    işlerde bulunanlar, kuşkusuz onlar yaratılmışların en hayırlılarıdır”
    ifadeye getirdiği yorumdan; “Ali ve Şiası yaratılmışların en
    hayırlılarıdır. (…) Onlar kıyamet günü kurtulanların, muratlarına
    erenlerin ta kendileridir”. der. Peygamber’in çevresindeki ashab da
    Ali’yi Peygamber’in dile getirdiği bu sözlerle çağırmışlardır. Birçok
    hadis bunu doğrular. Ayrıca Taberi, Suyuti gibi birçok ciddi hadis
    bilgininin ve daha başka eski kaynakların aktardıkları ve kimi
    Kuranıkerim ayetlerine getirdikleri yorumlarda Ali yanlıları “Şia”
    adıyla geçer.[3]

    Peygamber Muhammed, yaşadığı dönemde ifadesini Hucurat 10. ayette bulan
    “inanırların kardeşliği” esasını temel alan inanç birliği üzerine bir
    toplum yaratır. Fakat çok geçmeden kökenden gelen ve siyasal
    beklentiler gibi kimi nedenlerle açık- gizli ayrılıklar, farklı
    görüşler ve akımlar doğar. Bu dönem doğan akımlardan biri de Şia /
    Şiiliktir. Zamanla kimi değişikliklere uğrayarak günümüze kadar
    gelebilmiştir. Arapça sözlüklerde Şia; “misafir uğurlamak”, “peşinde
    gitmek”, “taraftar olmak, “ayrılmak”, “fırkalaşmak” gibi anlamları
    içerdiği belirtilir. Şia, Kuranıkerim'in En’am 159, Kasas 15, Hicr 10.
    gibi ayetlerinde de benzer anlamlarda kullanılmıştır.

    İlk Şii yazarlardan Nevbahti (ölm. 912) ile Ebû Halef el-Eşari el-Kummi
    (ölm. 913) Şia’yı; Peygamber’in sağlığında “Ali’nin taraftarları”
    (Şiatu Ali) diye adlandırılan, ondan sonra da onun “imamlığı”nı savunan
    kimseler olarak tanımlarlar. Bu anlayış; daha sonraları ufak-tefek
    ayrılıklarla, “fırkalaşarak” sürmüştür. Ama, temel içerik Peygamber’den
    sonra yönetimin Ali ve soyunun hakkı olduğudur. “Şia”yı Peygamber
    döneminde başlatmak tutumu ve anlayışı hemen hemen bütün Şii yazarlarda
    vardır. Bu görüşe Eşari (ölm. 935) ile Ortaçağ’ın ünlü mezhepler
    tarihçisi Şehristani de katılırlar. Şia’nın Ali “yandaşlığı” olduğunu,
    Peygamber döneminde başladığını, imamlığın / imametin Ali’nin çocukları
    yoluyla soyu içerisinde sürdüğünü belirtirler. Şii bilginlerden Şeyh
    Mufid de Şia’yı bu bağlamdan tanımlar. Ona göre Şia; Hz. Ali’ye
    “velâyet” yoluyla bağlanan, onun Peygamber’den hemen sonra geldiğine
    inanan, ondan önce halifelik makamına geçenlerin imamlığını kabul
    etmeyen kimselerdir.

    Şia / Şiiliğin terim olarak anlamı da bu doğrultuda yapılır. Ali’nin,
    Peygamber Muhammed’den sonra “nass ve atamayla” halife olduğuna inanan,
    imamlığın sonsuza dek (kıyamete dek) onun Fatıma’dan olan soyundan
    yürüyeceğini savunan toplulukların ortak adıdır. “Teşeyyu” ise, Şiiliği
    savunmak, Şii olmak gibi anlamlarda kullanılır. Şia bağlamında doğmuş
    bir sözdür.

    “Şia”, sözcük ve terim olarak 8. ve 9. yüzyıl yazarları arasında Ali
    yanlısı topluluğun adı olarak sık sık kullanılmıştır. Sözcük olarak bu
    anlamda ilkin Nasır b. Muzahım (ölm. 827) kullanmışsa da daha önceki
    yüzyıllardaki “rivayetler”de de geçer. “Şia” ve “Şiilik” terimleri,
    sonraki dönemde “Ali yanlısı” kesimin genel adı olarak; siyasette,
    düşüncede, dinde / mezheplerde, edebiyatta ve litaratürde çok yoğun
    olarak kullanılmıştır. Özellikle Türk toplumunun yoğun olduğu
    kesimlerde ve Anadolu'da bu anlayışın adı “Alevilik” olarak
    benimsenmiştir.

    Şiiliğin eksenini, Hz. Ali’nin “imamlığı sorunu” oluşturur. Şii
    geleneğe göre, Veda Haccı sırasında gelen Maide 3. ayette belirtilen
    “dininizi tamamladım” ifadesi “dinin olgunlaştığı” yönündedir. Bu da
    Hz. Ali’nin “imamlığa atanması” ile gerçekleşmiş olur. İmamlık,
    “vasilik sorunu”yla doğrudan ilintilidir. Şiiliğe göre her peygamberin
    vasisi vardır. Peygamber Muhammed’in de vasisi İmam Ali’dir.
    Kaynaklarda Hz. Ali için hem yaşadığı sürede hem de öldükten sonra
    “vasi” sözü kullanılır.

    Kaynakların kıyasıya tartıştıkları noktalardan biri de Ali’nin
    “velâyeti sorunu”dur. Veda Haccı’ndan dönülürken Gadiri Hum’da Maide
    67. ayet iner ve Allah Peygamber’den “kendisine indirileni
    bildirmesini” ister. Bunun üzerine Peygamber buradaki toplantıda
    Ali’nin elini tutarak; “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır”
    diyerek, Ali’nin “velâyeti”ni duyurur. Şii kanıya göre, Allah önceden
    Ali’nin “velâyeti”ni istemiştir. Ama Peygamber buna karşın tepkiler
    doğabilir ve “dinden çıkmalar olur” endişesiyle gizlemiştir. Allah
    bunun üzerine Maide 67’i indirerek elçisinden Ali’ye ilişkin bu
    isteğini yerine getirmesini istemiştir.[4]

    Halifeliğin Şiilik, İsmaililik ve Alevilikteki karşılığı “imamlık”tır.
    Ama, imamlık halifeliğe göre çok farklı bir anlam taşır ve yine çok
    farklı bir niteliği vardır. İmamlık, Ali ile başlar ve onun soyu
    içerisinde, ama genel kabule göre Hüseyin’in koluyla sürer. İmamlar her
    türlü kötülükten arınıktırlar, yani “masum”durlar. İmam; bütün İslam
    dünyasında “dünyasal egemenlik hakkı”ndan ayrı, “dünyanın en yüksek
    ruhani rehberlik yetkisi”ni de taşır. Bu ruhani makam, Ali’nin ve daha
    sonraları da imamın İslam dininin batıni yanını bilen tek kimse
    olmalarından kaynaklanır. Peygamber, çevresindeki sahabeden bu batıni
    niteliğe tek sahip kimse olarak Ali’yi gördüğünden, onu ileri çekmiş,
    bu yanını bildirmiş ve kendinden sonra yönetimi onun yürütmesini
    istemiştir. Kendisinden sonra gelen imamlar da bu gizli / gayb bilmini
    taşımış, kendilerine ait bir yetke olarak sürdürmüşlerdir. Kuranıkerim
    ve hadislerin en doğru ve gerçek yorumunu imamlar yapmışlardır.
    Bunların yorumları (tefsirleri) üzerinde İslamın hukuk sistemi
    kurulmuştur.[5]

    Doğallıkla bu yorumların doğruluğu ve geçerliliği o günden bugüne Şii
    ve Sünni bilginlerce tartışma konusudur. İki yan için de katılma-
    katılmama, benimseme- benimsememe doğrudan inançla ilgilidir. Bu tür
    yanlı savlarda bilimsellik iki yan için de ikinci plana düşmüştür.

    Şiiliğin kaynağı da netlik gerektiren konudur. Tarih boyu bu alanda
    farklı görüşler ileri sürülmüş ve farklı kökenler aranmıştır. Şiilerin
    bu doğuşu Peygamber Muhammed dönemine götürdüklerini ve Arap kaynağa
    bağladıklarını gördük. Bilim çevresi, Şiiliğin çıkışını Peygamber
    sonrası olaylara bağlarlar ve Peygamber sonrası döneme yerleştirirler.
    İslam bilginlerinden Dozy, Şiiliğin İran kökenli olduğunu savunanların
    başından gelir. Müller de ona katılır. Kimileriyse Abdullah b. Seba ve
    Sebiyecilik nedeniyle Yahudiliğe bağlarlar. Hem Yahudi hem de
    Hıristiyan kökenli olduğunu savunanlar da vardır. Oysa mezhepler
    tarihçisi Hasan Onat, Abdullah b. Seba’ya yükletilen düşüncelerin Hicri
    1. yüzyılın sonlarında ve Hicri 2. yüzyılın başlarında tarih alanına
    çıktığını belirtir.[6]

    Huart da, Mısır’ı Şiiliğe kaynak olarak gösterir. Basra’da, Şam’da ve
    Küfe’de fikirlerini tutturamayan İbni Seba Mısır’a gider. Vali Abdullah
    ibni Ebi Serh’in deniz seferleri inanırlarca pek hoş
    karşılanmadığından, huzursuz bir ortam vardır. İbni Seba’nın ateşli
    söylevleri burada bir ortam bulur. İlk Şiilik böylece Mısır’da ortaya
    çıkar ve pek çok yandaş bulur.[7] Doğallıkla bu savın doğruluğu
    tartışmalıdır. Kaynak, İbni Seba ve Yahudiliğe bağlanmak istenmiştir.

    Wellhausen Şiiliğin, Osman’ın halifeliği dönemindeki olaylar sırasında
    tarih sahnesine çıktığını belirtir. İbni Seba yoluyla Yahudiliğe
    bağlayan görüşleri haklı bulmaz. Çünkü, İbni Seba Yahudi de olsa Yemen
    Sana’dandır ve Araptır. Bu durum bile Şiiliğin Arap kaynaklı olduğuna
    kanıttır. Ona göre; gerçek Şiilik, Arap çevrelerinde vardır, bu
    çevreden mevalilere geçmiş ve bunlarla birleşmiştir. Sebiler ise,
    mevali değil, ama Arap’tır. Daha sonraları Küfe kaynaklı Şiilik biçim
    değiştirmiştir. Giderek Şiilik; “genel politik duyguların, Suriye
    egemenliğine karşı Irak muhalefetinin” ifadesine dönüşmüş ve siyasallık
    kazanmıştır.[8]

    Şiiliğin İran kaynaklı olduğu görüşü Massignon’ca da eleştirilmiş,
    doğrudan Arap kabileleri arasında İslamın ilk döneminde doğduğu
    belirtilmiştir. Araplar arasında çıkan Şiilik daha sonraları Farslılar
    gibi diğer toplumları da etkilemiştir. Şiiliğin benimsenmesinde
    “milliyet etkeni” rol oynamıştır. Massignon bu nedenle “saf İran
    ırkından olan Kürtler ve Afganlıların sürekli Şii karşıtı kaldıklarını”
    örnek olarak gösterir. Massignon’un saptamalarını esas alan Hilmi Ziya
    Ülken Arap kabileleri arasında doğarak çevre ülkelere yayılan Şiiliğin
    İran’da Büveyhliler, Mısırda Fatimiler, ayrıca Yemen’de ve Türkistan’da
    Türkler arasında yandaş bulup benimsendiğini belirtir ve ilk kaynağının
    Araplar olduğunu vurgular.[9]

    Şii ve Alevi toplumlar içerisinde yerini bulan Hz. Ali inancı ve
    giderek kültüne dönüşen bu anlayışların özünde Ali’ye karşı duyulan çok
    özel sevgi ve bağlılık yatmaktadır. İslamın doğuş yıllarında
    Peygamber’in yanında çok önemli yeri olan bu insan, yine Peygamber’in
    payelendirmesiyle yüceltilmiş, yönetime ilişkin görevlere layık
    görülmüş ve gelecek için önerilmiştir. Ali’nin bu yanının bilincinde
    olan Şiiler ve Aleviler onu sahiplenmiş, inançlarının odağına
    yerleştirmiş ve onu tüm düşünceleriyle savunmuş, yüceltmiş, yer yer
    ulvileştirmişlerdir. Bu nedenle, Hz. Ali’nin bu topluluklar içerisinde
    hiç kimsenin ulaşamayacağı özel bir yeri vardır. Ali, bu toplumların
    gözünde hiç kimsenin yapamayacağı çok özel bir taht kurmuştur.
    Peygamber döneminde Ali’yle başlayan bağlılık ve onun yanında yer alma
    olayı, tüm tarih boyu Şii, Alevi ve Batıni akım ve topluluklarca çok
    özel bir içtenlikle sürdürülmüştür.
    ALINTIDIR:

    Baki ÖZ

    [1] Bkz. Yalçın, Aziz: Hz. Ali ve Alevilik Gerçeği. İstanbul 2001: 61 vd.

    [2] Bkz. Gölpınarlı, Abdülbaki: Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik. İstanbul 1979: 23 vd.

    [3] Gölpınarlı’nın yaptığı açıklayıcı değerlendirme için bkz. Hz.
    Ali-Nehc’ül- Belâga (Haz. Abdülbaki Gölpınarlı). Yeni Şark Maarif
    Kütüphanesi Yayını, İstanbul 1972: 401 vd.

    [4] Geniş bir kaynakça taranarak yapılan ayrıntılı bilgi ve
    değerlendirme için bkz. Onat, Hasan: Emeviler Devri Şii Hareketleri ve
    Günümüz Şiiliği. Ankara 1993: 13-26 arası, 146 vd.

    [5] İvanov, W.: “İmam” İslam Ansiklopedisi 1970, C: V/ 2: 981.

    [6] Bkz. Onat 1993: 20, 146 vd., 148 vd.

    [7] Bilgi ve açıklama için bkz. Üçok, Bahriye: İslam Tarihi, Emeviler- Abbasiler. Ankara 1979: 11.

    [8] Değerlendirme için bkz. Wellhausen, Julius: İslamiyetin İlk
    Devrinde Dini- Siyasi Muhalefet Partileri. (Çev.: Prof. Dr. Fikret
    Işıltan), Ankara 1989: 146-163.
    Arrow

    [9] H. Ziya Ülken’in yazdığı önsözdeki saptamalarından. Bkz. Balcıoğlu,
    Tahir Harimi: Türk Tarihinde Mezhep Cerayanları. Kanaat Kitabevi,
    İstanbul 1940: 5-12.

      Forum Saati Perş. Mart 28 2024, 10:24