ALEVİ CANLAR FORUMU

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ALEVİ CANLAR FORUMU

ALEVİ CANLAR FORUMU-TASAVVUF ARAŞTIRMA ,PAYLAŞIM

Nisan 2024

PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930     

Takvim Takvim


    Evrim Teorisi Özelinde Varoluşun Özgürleşme Çabası

    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 4744
    Kayıt tarihi : 23/02/09
    Yaş : 64
    Nerden : istanbul

    Alevi-Veysel Forumundaki Üyelerin Karekterleri
    üye karekteri: 1 kıdemli

    Evrim Teorisi Özelinde Varoluşun Özgürleşme Çabası Empty Evrim Teorisi Özelinde Varoluşun Özgürleşme Çabası

    Mesaj tarafından Admin C.tesi Nis. 18 2009, 21:32

    Evrim Teorisi Özelinde Varoluşun Özgürleşme Çabası Darwin1Ortaya çıkışından itibaren en fazla tartışılan konulardan biri
    şüphesiz evrim teorisi ve ilkeleridir. Yüz elli yıllık serüveninde
    binlerce kez eksik noktaları düzeltilen ve yeni kanıtlarla güçlenen
    evrim teorisi, birçok kez düşünsel değeri olmayan saldırılara maruz
    kalmıştır ve halen de kalmaktadır....

    Evrim teorisinin
    bilimsel kapsamına ve ortalama toplumsal bilinçteki anlayışına
    saldırıların temeli hiç şüphe yok ki dinsel yaratılış, ya da su
    sıralardaki popüler adıyla “akılcı tasarım (intellectual design)”
    iddiasıdır. Bu iddianın ortaya çıkışı aslında bu yıl 200. doğum yılı
    kutlanan Darwin`in 150 sene önce yayınladığı Türlerin Kökeni`nden daha
    eskiye dayanır ve dönemlerin siyasi yönelimlerinden bağımsız
    düşünülemez. İşin ilginci, kutsal kitaplarda bulunan bu savın
    tahakkümüne son verme çabasını ete kemiğe büründüren ve ona bilimsel
    bir içerik katan evrim teorisinin önemi, Darwin`den yarım asır sonra
    keşfedilmişti. Dahası, o dönemdeki siyasi koşullar - Avrupa ve
    Amerika`nın dini dışlamayan ancak toplum değerlerinde olmasa da siyasi
    işleyişte daha etkisiz bir konuma getiren kapitalist statükosu bir
    yanda, Sovyetler`in “bürokratik bilim” anlayışı diğer yanda – evrim
    kavramının daha da siyasallaşmasını beraberinde getirmişti. Günümüzde
    kapitalizmin her alandaki tahakküm mekanizmalarının dışında
    düşünülemeyecek bir ehlileştirme ve ötekileştirme tavrı, evrim teorisi
    de dahil olmak üzere birçok bilimsel konuda da toplumsal aklı
    gericileştirmeye, özgür düşünceyi kısıtlamaya ve koşulsuz itaat etmeye
    zorlamaktadır.
    Akılcı tasarım görüşünün asıl kimliğini
    anlamak icin onun içinde bulunduğu daha geniş hareketlere bakmak
    gerekir. Günümüz yaratılışçılığının temelini, ABD`deki fundamentalist
    Hristiyanlar atmış, bugünse kendilerine “neocon” diyen muhafazakarlar
    ve dünyanın diğer bölgelerindeki yandaşları eliyle sürdürmekteler.
    ABD`li işadamı Jerry Falwell, 1970`lerin sonlarında anti-evrim
    çalışmalarına destek sağlamak amacıyla, arkasında bazı senatörleri de
    alarak Yaratılış Çalışmaları Enstitüsü adıyla bir sivil toplum örgütü
    kurdu (Türkiye`deki Bilim Araştırmaları Vakfı da bu tip kuruluşlardan
    kaynak alan ve desteklenen bir kurumdur) ve bu dönemde kendine birçok
    yandaş topladı. Eğitim müfredatından evrim teorisinin çıkarılması ve
    yerine yaratılış iddiasinın okutulması için açılan ve daha sonra arkası
    kesilmeyen davaların ilki 1981`de Arkansas`ta başladı. Daha sonra
    1988`de, tamamen yaratılış konularını işleyen Liberty Üniversitesi
    kuruldu. Bu süreçte muhafazakarlar her zaman yaratılışçıların
    yanındaydılar ve bu ilişkiden ikisi de yararlandılar. Bu hareketin bir
    diğer önemli ismi ve diger bir muhafazakar Tim LaHaye evrim
    karşıtlığının asıl temasının aslında “hümanizm karşıtlığı” oldugunu
    söylerken düşünce özgürlüğünden feminizme, sosyalizmden evrimsel
    biyolojiye kadar birçok “din düşmanı” öğenin yok edilmesi gerektiğinin
    altını çiziyordu. Dönemin siyasi iktidarı da bu söylemi anti-komünist
    ideolojisine eklemliyor ve tarihsel karşıtlıkları güçlü bir kampta
    topluyorlardı. LaHaye kitabında bir seküler humanizm piramidi çizer ki
    bu piramidin tabanında ateizm, bunun üzerinde “ahlaksızlık”in
    destekleyicisi olarak betimlenen evrim teorisi, ve en üstte de
    sosyalist tek dünya görüşü bulunur. Tipik bir muhafazakar tavır olarak
    ortaya çıkan bu evrim-karşıtlığı kampının politik mücadelesinin ne
    olduğunu anlamak için Senatör Bob Werner`in 1989`da söylediği şu sözler
    anlamlıdır: “Yönetmeliyiz! Sen yönetmezsen, ben yönetmezsem, ateistler
    ve hümanistler yönetecekler. Okullarda, mahallelerde, ülkede, kıtada ve
    dünyada yöneten biz olmalıyız. Yaşamın her alanında yöneten biz
    olmalıyız.” (Diamond dergisindeki söyleşisinden. 1989). Buradan da
    anlaşılıyor ki her ne kadar yaratılışçılar okullarda ögrencilerin
    “özgür seçim” hakları olduğunu ve bunun “demokrasi”nin bir kuralı
    olduğunu dillendirseler de bu samimi olmaktan uzak bir demagojik
    tekrardan öteye geçmiyor. Elbette biz bu demokrasi anlayışının
    ideolojik olarak sorgulanamaz bir itaate ve bu itaatin sosyal değer
    yargılarını yanılmaz bir şekilde yorumlayanlarca yaratılan otoritesine
    dayanan bir dünya görüsünü temsil ettigini biliyoruz. Dolayısıyla evrim
    karşıtlarına karşı verilecek mücadele daha bütünlüklü bir politik
    muhalefetten bağımsız düşünülemez.

    TÜRKIYE`DE EVRIM KARŞITLIĞI
    Bir
    söz vardır, “Girit`in derdi büyük, o konuyu hiç açmayalım” diye.
    Türkiye`de evrim teorisi de o konulardan biri. Osmanlı`dan Türkiye
    Cumhuriyeti`ne geçişin sancıları her alanda hissedilmişti ama temel
    gerginliklerden biri hala geçerliliğini koruyan sekülarizm
    düzlemindeydi. Evrim teorisi ise 80 yılı aşkın cumhuriyet tarihinin
    aslında son 30 yılında tartışılır hale geldi denebilir. 70`lerde
    özellikle dünya sol literatürünün yanısıra Darwin`in yapıtlarının da
    Türkçe`ye çevrilmesiyle başlayan ve doğa kanunlarının diyalektik
    unsurlarının bütünlüklü bir dünya görüşü içerisinde Türkiye
    entellektüellerine de aktarılması sonucunda evrim teorisi solun bilim
    alanındaki bir simgesi haline geldi. Bu simge kendini 12 Eylül sonrası
    apolitizasyon döneminde laik/anti-laik tartışmalarında da gösterdi. 12
    Eylül sonrası Türkiye`de baskın hale gelen ezberci, düşünmenin göz
    ardı edildiği, koşulsuz hegamonyanın pompalandığı bir eğitim sistemi
    düşünüldüğünde, evrim teorisine saldırıların artacağını düşünmek de
    büyük bir öngörü değildi. Öyle de oldu. Okullarda zorunlu din
    derslerinin konması ve yaratılış savının evrim teorisine karşı bilimsel
    bir seçenek olarak lanse edilmesi ile her tür yozlaşmanın yanısıra,
    bilimsel değerlere de saldırı başladı. Ders kitaplarından evrim teorisi
    ya çıkarıldı, ya da çok anlamsız bir iki paragrafa indirgendi. Evrim
    teorisini okutan eğitimcilere verilen sürgünler ve açılan soruşturmalar
    hala devam etmekte. Halihazırdaki Milli Eğitim Bakanı ise sığ ve dar
    bir “isteyen istediğini seçer, evrim teorisine karşı biz de yaratılış
    teorisini koyuyoruz” mantığıyla yerini çoktan belli etmiştir.

    NE YAPMALI?
    Sartre`a
    göre önce insan vardır; şu ya da bu olması daha sonra gelir. Varolan
    insan kendi özünü yaratır ve toplumsal kimlikler de bu özlerin
    konsensuslarıdır. Oysa yaratılışçılarin benimsetmeye çalıştıkları ise
    bunun tam tersidir. İnsan, kutsal bir güç tarafından olduğu gibi
    yaratılmış ve doğanın diğer tüm unsurları da insanın emrine
    verilmiştir. İnsanın görevi ise yaratılmasının diyeti olarak ibadet ve
    itaat etmektir. Yani insanın varoluşunun evrende somut bir gerçek
    olarak bulunmasından çok, aslında sonradan kendi yarattığı özünün bir
    sonucu olduğunu savunan bir görüşün, canlıların oluşumunun, uzun tarih
    dönemlerindeki gelişiminin ve zamanla değişip doğa ile karmaşık bir
    uyum içine girmesinin mekanik ve bilimsel temellerini akılcı bir yolla
    ortaya koyan sağlam bir evrim teorisine dost olamayacağı en başından
    beri aşikardı. Elbette sığ yaratılış tezlerine ve evrim teorisini,
    canlıların oluşum ve etkileşimlerini biyolojik açıdan inceleyeceği
    yerde içini boşaltıp toplumsal yaşamın genel olarak üretim ve siyaset
    koşullarında biçimlenen işleyişine uyarlamaya çalışarak, sosyal statü
    farklılıklarını doğanın içsel bir yasası gibi göstermeye çalışan sosyal
    Darwinizm`e karşı meydanı boş bırakmamak gerektiğini kabul etmekle
    beraber, evrimi bilim dışı savlarla çürüttüğünü sanan kendinden menkul
    çevrelerle tartışarak zaman ve enerji kaybetmek yerine, örülecek ortak
    bir mücadele zemininde bu sorunların iki kutbu arasındaki ana
    çelişkilerin üstesinden gelmeye çalışmanın kıymet-i harbiyesi daha
    fazladır.
    Son olarak, yazıyı okurken aklınıza
    yaratılışçıların savlarına karşı yazılmış herhangi bir çürütme
    göremedik gibi bir düşünce geldiyse eğer, onu da şöyle açıklayalım:
    “Maymundan mı geldik?” diyenlere bu safca ritüelin aslında
    makroevrimsel süreçte birbirinin devamı olmamızdan çok ortak bir
    omurgalı atadan geldiğimizi ve bunun maymundan gelmek anlamına
    gelmediğini; ya da “evrim kanıtlanamayan bir teoridir ve bu nedenle
    hala kural değildir ve olumsuzlanabilir” diyenlere lise kitaplarında
    okuduğumuz bilimsel bilginin hiyerarşik sınıflandırmasında en üstte
    duran “kanun”un kesinleşmis bir teori anlamına gelmediğini ama
    kanıtlarla desteklenen ve olumsuzlanması artık mümkün olmayan teoriler
    anlamına geldiğini ve bu nedenle evrim teorisinin diğer genel kabul
    gören ama kanun olarak sayılmasına günümüz bilimsel metodolojisi içinde
    gerek de olmayan atom teorisi, görecelilik teorisi vs. gibi bir teori
    olduğunu bilimsel bir yöntemle anlatmaya çalışmak ve temelde tartışmak
    tam anlamıyla abesle iştigaldir. Çünkü bilimsel bir kavramla, bilimsel
    olmayan bir kavramı tartışamak felsefi olarak da yanlıştır. İnanç ve
    itaat, tabanında terimlerin çarpıtılmasını ve demagojiyi barındırır.
    Doğayı ve olayları, denenebilir temellerde açıklayan ve gerisiyle
    uğraşmayan bir metodik doğallığa karşı yaratılışçılık, sınırları belli
    olmayan ve denenemez kavramlarla saldırıdaysa; bilimsel gerçeklik ve
    deneysellik, bir zamanlar kutsal ve yüce yaratıcı tarafından
    oluşturulduğuna ve dolayısıyla anlaşılamayacağına/çözülemeyeceğine
    inanılan maddenin yapısı, beynin işlevleri, çeşitli fizik kuramları vs.
    gibi olgular ve biyolojik kavramları istisnasız herkese nasıl kabul
    ettirdiyse, hiç şüphe yok ki evrim teorisini de kitlelere bu şekilde
    benimsetecektir. Çünkü yaratılışçılığın, bu bilimsel çabaların düşünsel
    değerine kattığı hiçbir şey yoktur ve bu hegamonik çarpıtmanın farkını,
    yaşamın nesnelliğinde yaratılacak nitelikli kollektif akıl er ya da geç
    anlayacaktır. Şüphesiz, bu anlamlandırma süreci de toplumsallıkları
    içindeki bireylerin kendi varoluş ilişkilerini özgürleştirmenin
    yollarını arayan sosyopolitik mücadelelerden bağımsız düşünülemez.CAĞHAN KIZIL

      Forum Saati Cuma Nis. 26 2024, 14:26