DÖNÜŞÜMLER // Pablius Ovidius Naso
Dönüşümler Üstüne
Ovidius (İ.Ö. 43 - İ.S. 17), açık adı Publius Ovidius Naso, yalnız Roma’nın değil, çağdaş Batı şiirinin de en güçlü besleyici, eskimez kaynaklarından biridir. Onun, burada çevirisini sunduğumuz şiiri günümüz Batı söylencesinin (mitologi) bütün konularını içerir, daha doğrusu bu yapıt Yunan-Roma söylencelerini, öykülerini bir bütünlük içinde veren başlıca yapıttır. Bize kalırsa, Homeros’tan daha ayrıntılı, daha özlü bir nitelik taşır. Bir Romalı olmasına karşın, Anadolu’ya da gelmiş, bir süre orada yaşama gereğinde bırakılmıştır. Ovidius’u anlamak, şiirin tadına varmak, günümüz okuyucusu için pek kolay değildir. Yalnızca sevgiye, kadın-erkek ilişkilerine dayanan bir görüşle Ovidius’un şiir evrenine, duygu alanına gireceğini sanan bir okuyucu daha başlangıçta yanlış yola sapmış demektir. Onun şiirlerinde, Anadolu-Yunan-Roma ilkçağının bütün öykülerini, söylencelerini, gönül oyunlarını bulmak kolaydır; ancak bu kolaylık ilkçağı bilmeye, bir bütünlük içinde anlamaya başlar.
Şöyle çevremize bir bakınalım, göreceğimiz ağaçların, çiçeklerin, otların, akarsuların, büyük kayaların, dağların insanın düşünme gücünün ulaşamayacağı bir çağda hep diri olduğunu, birer insan niteliği taşıdığını bilmeden görürüz. Bu doğa varlıkları başlangıçta seven, sevilen, özleyen, kıskanan, yeren, alaya alan, eğlenen, kızan, gülen, çekiştiren bg. Nice insana özgü eylemin örneğiydi, hepsi insandı.
Duvar deliklerinde dolaşan kertkenkele, göllerde vakvaklayan kurbağa, ağaçların doruklarında tedirgin edici sesler çıkaran karga, saksağan, sevimli kuğu, barışçıl güvercin, yılan, boğa, inek, kartal, doğan, atmaca, kırlangıç birer insandı, değişik eylemleri yüzünden tanrılarca başka varlıklara dönüştürüldü. Ozanca düşünürsek evrende önce insanla ilgisi olmayan diriler yaratılmış, sonra da kişiler bunların dönüşmesinden yaratılmıştır diyebiliriz. Oysa önce insan vardı, sonra yaptığının karşılığına uygun bir nesneye dönüştürüldü. Nitekim bu yapıtta sözkonusu edilen diri varlıkların hepsi birer insan duygusunu yansıtır. Neredeyse, doğal diriler sayısında insan duygusu vardır diyebiliriz (Ovidius’un şiirine göre). Onun yaşadığı dönem Roma yönetiminin inişler çıkışlar göstermeye başladığı bir çağdır. Şiirlerinde bu çağın insanlarını bulmak, Roma yönetiminin bütün girintili çıkıntılı boşluklarını görmek güç değildir. İnsanların öteki doğa varlıklarına dönüşmelerine yol açan eylemlerin hepsini Roma yurttaşlarının kişisel ilişkilerinde aramalıyız. Bu şiirleri tarihin, kazıbilimin verilerine dayanarak açıklamaya çalışırsak karşımıza değişik yüzleri olan bir Roma insanı dikiliverir. Özellikle gönül ilişkilerinde, sevgi olaylarında Roma insanının tutumu, davranışı çok ilginçtir. En yüksek düzeyde bulunan yöneticisinden, en aşağı aşamada yaşayan bireyine değin Roma insanı sevişen varlıktır diyebiliriz. Anadolu’da ilkçağdan günümüze kalan şu ünlü Roma hamamlarının kalıntıları arasında gezerken, ilkçağı iyi bilen bir okuyucunun kulakları sevişme eylemlerinden çıkan yürek gıdıklayıcı seslerle dolar boşalır. Bunu Ovidius’un bu yapıtında, değişik bir konu kılığında görmekteyiz.
Ovidius yalnızca insanları değil, tanrıları, tanrıçaları seviştirmeyi de çok sever. En güçlü bir çapkının yapamayacağı bir gizli işi, en beceriksiz bir tanrının, tanrıçanın başlarıyla gerçekleştirdiğini Ovidius’un sürükleyici diliyle, kimi yerde iç gıdıklayıcı biçemiyle anlamakta güçlük çekmekteyiz. Tanrlar, tanrıçalar yalnızca çapkınlık için, birbirlerini baştan çıkararak sevişmenin tadını yoğunlaştırmak için yaratılmış kişiliklerdir. Kimi yerde insan beklenmeyen bir hızla gözleri aşar, kimi yerde en yüce sayılan bir tanrı umulmadık bir düşüşle yerin dibine gömülür, hepsi sevişme, sevme yüzünden. Bu karşıt eylemlerde, duygulanmalarda insan denen varlığın bütün görkemiyle ortalıkta dolaştığı görülür.
Ovidius’un şiirinde duygu bakımından, hep karşıtların çarpıştığını unutmamalı. Övme-yerme, sevme-tiksinme, dikbaşlılık-uysallık, alçaklık-yücelik, erdem-erdemsizlik, özlem-kaygı, güçlülük-güçsüz olma durumu, başarı-başarısızlık, beceri-becerisizlik, çok güzel-çok biçimsiz, uyum-uyumsuz, kıskanma-yeğleme, çekiştirme- yatıştırma türünde sayısız nitelik, özellik. İnsan bu sayılan nitelikler içinde iniş çıkışlar gösteren, daralan-genişleyen, yükselen-inen bir varlık özelliği gösterir. Özleyen insan, özlediği ortamda yaşayabilmek için, düşgücünün bütün olanaklarını kullanır. Komşu kızına karşı duyduğu derin sevişme istediğini gerçekleştiremeyen bir genç, düşgücünün aydınlığında en erdemli tanrıçanın yatağına girme, onunla tükeninceye değin sevişme kolaylığı bulur. Ovidius’un şiirinde böyle tanrısal bir yatan-kalkan kişinin yorgunluğunu, gücünün azalmasına karşın sevişme tutkusunun daha da arttığını sezeriz.
Dönüşümler Üstüne
Ovidius (İ.Ö. 43 - İ.S. 17), açık adı Publius Ovidius Naso, yalnız Roma’nın değil, çağdaş Batı şiirinin de en güçlü besleyici, eskimez kaynaklarından biridir. Onun, burada çevirisini sunduğumuz şiiri günümüz Batı söylencesinin (mitologi) bütün konularını içerir, daha doğrusu bu yapıt Yunan-Roma söylencelerini, öykülerini bir bütünlük içinde veren başlıca yapıttır. Bize kalırsa, Homeros’tan daha ayrıntılı, daha özlü bir nitelik taşır. Bir Romalı olmasına karşın, Anadolu’ya da gelmiş, bir süre orada yaşama gereğinde bırakılmıştır. Ovidius’u anlamak, şiirin tadına varmak, günümüz okuyucusu için pek kolay değildir. Yalnızca sevgiye, kadın-erkek ilişkilerine dayanan bir görüşle Ovidius’un şiir evrenine, duygu alanına gireceğini sanan bir okuyucu daha başlangıçta yanlış yola sapmış demektir. Onun şiirlerinde, Anadolu-Yunan-Roma ilkçağının bütün öykülerini, söylencelerini, gönül oyunlarını bulmak kolaydır; ancak bu kolaylık ilkçağı bilmeye, bir bütünlük içinde anlamaya başlar.
Şöyle çevremize bir bakınalım, göreceğimiz ağaçların, çiçeklerin, otların, akarsuların, büyük kayaların, dağların insanın düşünme gücünün ulaşamayacağı bir çağda hep diri olduğunu, birer insan niteliği taşıdığını bilmeden görürüz. Bu doğa varlıkları başlangıçta seven, sevilen, özleyen, kıskanan, yeren, alaya alan, eğlenen, kızan, gülen, çekiştiren bg. Nice insana özgü eylemin örneğiydi, hepsi insandı.
Duvar deliklerinde dolaşan kertkenkele, göllerde vakvaklayan kurbağa, ağaçların doruklarında tedirgin edici sesler çıkaran karga, saksağan, sevimli kuğu, barışçıl güvercin, yılan, boğa, inek, kartal, doğan, atmaca, kırlangıç birer insandı, değişik eylemleri yüzünden tanrılarca başka varlıklara dönüştürüldü. Ozanca düşünürsek evrende önce insanla ilgisi olmayan diriler yaratılmış, sonra da kişiler bunların dönüşmesinden yaratılmıştır diyebiliriz. Oysa önce insan vardı, sonra yaptığının karşılığına uygun bir nesneye dönüştürüldü. Nitekim bu yapıtta sözkonusu edilen diri varlıkların hepsi birer insan duygusunu yansıtır. Neredeyse, doğal diriler sayısında insan duygusu vardır diyebiliriz (Ovidius’un şiirine göre). Onun yaşadığı dönem Roma yönetiminin inişler çıkışlar göstermeye başladığı bir çağdır. Şiirlerinde bu çağın insanlarını bulmak, Roma yönetiminin bütün girintili çıkıntılı boşluklarını görmek güç değildir. İnsanların öteki doğa varlıklarına dönüşmelerine yol açan eylemlerin hepsini Roma yurttaşlarının kişisel ilişkilerinde aramalıyız. Bu şiirleri tarihin, kazıbilimin verilerine dayanarak açıklamaya çalışırsak karşımıza değişik yüzleri olan bir Roma insanı dikiliverir. Özellikle gönül ilişkilerinde, sevgi olaylarında Roma insanının tutumu, davranışı çok ilginçtir. En yüksek düzeyde bulunan yöneticisinden, en aşağı aşamada yaşayan bireyine değin Roma insanı sevişen varlıktır diyebiliriz. Anadolu’da ilkçağdan günümüze kalan şu ünlü Roma hamamlarının kalıntıları arasında gezerken, ilkçağı iyi bilen bir okuyucunun kulakları sevişme eylemlerinden çıkan yürek gıdıklayıcı seslerle dolar boşalır. Bunu Ovidius’un bu yapıtında, değişik bir konu kılığında görmekteyiz.
Ovidius yalnızca insanları değil, tanrıları, tanrıçaları seviştirmeyi de çok sever. En güçlü bir çapkının yapamayacağı bir gizli işi, en beceriksiz bir tanrının, tanrıçanın başlarıyla gerçekleştirdiğini Ovidius’un sürükleyici diliyle, kimi yerde iç gıdıklayıcı biçemiyle anlamakta güçlük çekmekteyiz. Tanrlar, tanrıçalar yalnızca çapkınlık için, birbirlerini baştan çıkararak sevişmenin tadını yoğunlaştırmak için yaratılmış kişiliklerdir. Kimi yerde insan beklenmeyen bir hızla gözleri aşar, kimi yerde en yüce sayılan bir tanrı umulmadık bir düşüşle yerin dibine gömülür, hepsi sevişme, sevme yüzünden. Bu karşıt eylemlerde, duygulanmalarda insan denen varlığın bütün görkemiyle ortalıkta dolaştığı görülür.
Ovidius’un şiirinde duygu bakımından, hep karşıtların çarpıştığını unutmamalı. Övme-yerme, sevme-tiksinme, dikbaşlılık-uysallık, alçaklık-yücelik, erdem-erdemsizlik, özlem-kaygı, güçlülük-güçsüz olma durumu, başarı-başarısızlık, beceri-becerisizlik, çok güzel-çok biçimsiz, uyum-uyumsuz, kıskanma-yeğleme, çekiştirme- yatıştırma türünde sayısız nitelik, özellik. İnsan bu sayılan nitelikler içinde iniş çıkışlar gösteren, daralan-genişleyen, yükselen-inen bir varlık özelliği gösterir. Özleyen insan, özlediği ortamda yaşayabilmek için, düşgücünün bütün olanaklarını kullanır. Komşu kızına karşı duyduğu derin sevişme istediğini gerçekleştiremeyen bir genç, düşgücünün aydınlığında en erdemli tanrıçanın yatağına girme, onunla tükeninceye değin sevişme kolaylığı bulur. Ovidius’un şiirinde böyle tanrısal bir yatan-kalkan kişinin yorgunluğunu, gücünün azalmasına karşın sevişme tutkusunun daha da arttığını sezeriz.