Osmanlı tarihlerinde, mensup olunan boy, ulus veya etnik kimlik yerine, kişilerin ön plana çıkması, devlet hizmetindeki Türkmen beylerinin mensup oldukları aşiretlerin tespitine imkan tanımadığı gibi, büyük siyasi olayların etrafında odaklanan tarih yazıcılığı, konar-göçer Türkmen topluluklarının içtimai vaziyeti ve yaylak-kışlak hayatları boyunca meydana getirdikleri olaylar hakkında da kayda değer bilgiler vermemektedir. Osmanlı tarihleri, Türkmenleri ya isyanlar vaki olduğu zaman veyahut Akkoyunlu ve Safevi Devleti ile Osmanlı Devleti’nin mücadeleleri esnasında anmakta, Safevi Devleti hizmetindeki Türkmenler için ise sıklıkla “Kızılbaş” tabirini kullanmaktadır. Bundan dolayı, Türkmenler, tarihlere daha çok sosyal ve iktisadi düzeni tehdit eden düşman unsurlar gibi yansımıştır. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu esnasında Osmanoğulları’nın ataları, konar-göçer Türkmenler olarak tasnif edilmesi Türkmenlik’in yerinilecek bir husus olmadığı, bilakis yerleşik hayatın temsilcileri tarafından da övünülecek bir özellik olarak mütalaa edildiği anlaşılmaktadır.
Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin temelde Türkmen aşiretlerine dayanması ve bu devletlerin siyasi hayatında boy ve oymakların müessir bir rol oynaması, bu devirde yazılan tarihlere de yansımaktadır. Siyasi rolleri itibariyle ön plana çıkan şahısların mensup bulundukları kabileler, onların adları ile birlikte anılmakta ve böylece aşiretlerin devlet içindeki fonksiyonunu tespit etmek mümkün olmaktadır.
Anadolu’daki Türkmen Aşiretlerini incelerken kökenin bir şekilde Horasan’a dayandığı görülmektedir. Horasan’a da Orta Asya’dan geldikleri ileri sürülmektedir:
Bize meftun olan marifet söyler
Biz Horasan illerinde baydanız.
Musa gibi lentarani değiliz
Aslımızı sorar isen Hoy’danız
Abdal Musa’ya ait olduğu varsayılan bu sözlerden en azından Abdal Musa ve çevresindekilerin Horasan’dan (hatta Horasan’a bağlı Hoy kasabasından) geldiklerini anlıyoruz.
Türkmen kavramı oldukça fazla tartışılmaktadır. Etimolojisi konusunda da oldukça farklı görüşlere rastlamak olasıdır. Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın “Secere-i Terakkime (Türkmenler’in Soykütüğü) adlı eserinde, Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ı Lügât-ı Türk”ünde, Nesri’nin “Kitab-ı Cihannüma'sında" vs. eserlerde Türkmen adı konusunda çeşitli görüşler ortaya konmuştur.
XI. yüzyıla kadar Oğuzlar’ın dışındaki Türk Boylarından bazılarına Türkmen dendiği bilinmektedir. Bu yüzyıldan sonra Türkmen adı yalnızca Oğuzlar’a verildi. Kaşgarlı Mahmut XI. yüzyılda sadece Oğuz boylarından meydana gelen Türkmen teşekküllerini kaydetmekte, hatta onlarında kendi içlerinde “dedelerinin isimlerini alan” irili ufaklı oymaklara ayrıldığını bildirmektedir. Öte yandan Oğuzlar’ın, XIII. yüzyıllara kadar kendilerini Türkmen diye isimlendirmeleri her halde konar-göçer hayatı temsil ediyordu.
Yörük ve Türkmen adı Osmanlı’da bazen eş anlamlı olarak kullanılmıştır: “Fatih’in Kanunnamesini’nde Yürük tabir olunan Türkmenler’in teşkilat ve vazifeleri hakkında şu madde vardır....” Daha sonraki zamanlarda ise Yörükler, Türkmenler’in bir alt kolu olarak sınıflandırılmıştır:“Rumeli’de bulunan Türkmenler iki sınıfa ayrılmıştı: Yürükler, müsellimler” Farklı zaman ve konum içinde Türkmenlik ve Yörüklük olgusu değişime uğramıştır. Günümüzde (2000 yılına yaklaşırken) Edremit çevresindeki Tahtacılar’a Yörükler “Türkmen” demektedir. Aralarındaki etnik farkın dinsellikten kaynaklandığını, aslında aynı kökenden geldiklerini vurgulamaktadırlar: “Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için aramızda soğan zarı gibi ince fark var deseler de bu farklı dinsel inanç içindeki boylar arasında hemen hemen hiçbir ilişki bulunmamaktadır.” Bu yörede (Edremit ve çevresi) Türkmenlik’ten kasıt Kızılbaşlık'tır. Kısacası bu yörede Türkmenlik, Tahtacılık ve Kızılbaşlık bir şekilde eklemlenmiştir.
Zaman ve konum ne olursa olsun Türkmenlik kavramı içinde köken olarak Türk olma durumunu ve bununla birlikte, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar, konar-göçer bir yaşam tarzını uygulama bulunmaktadır:
“Türkmenler’in hayat tarzlarını yerleşik hayat ile göçebelik arasında bir ara şekil diye tarif edebiliriz. Resmi kayıtlarda ve kanunnamelerdeki konar-göçer tabiri bir terim olarak bunların hayat tarzlarını pek güzel ifade etmektedir.”
X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Hazar Denizi’nden Sir (Seyhun, İnci) ırmağının orta yatağındaki Fârâb (XI. yüzyıldaki adı ile Karaçuk) ve İsficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. X. yüzyılın başlarında Oğuzlar’ın çoğunluğu göçebe idi.Oğuzlar’ın yerleşik yaşama geçişlerindeki en büyük etken İslamlaşma’dır. İslamiyet’in gelişimiyle yerleşik yaşam düzeni gelişmiştir.
Kaşgarlı Mahmut’tan öğrendiğimize göre, Moğol istilası sırasında bir kısım göçebe Türkmenlerin aşağı Sir-Derya boylarında oturmaktaydılar. Faruk SÜMER, Türkmenler’in Horasan’a ve oradan Anadolu’ya göçlerini Moğol istilasına dayandırmaktadır. “Horasan adı ile şüphesiz Türkistan da ifade olunuyordu.” Buradaki göç aslında bir kaçıştır:
Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin temelde Türkmen aşiretlerine dayanması ve bu devletlerin siyasi hayatında boy ve oymakların müessir bir rol oynaması, bu devirde yazılan tarihlere de yansımaktadır. Siyasi rolleri itibariyle ön plana çıkan şahısların mensup bulundukları kabileler, onların adları ile birlikte anılmakta ve böylece aşiretlerin devlet içindeki fonksiyonunu tespit etmek mümkün olmaktadır.
Anadolu’daki Türkmen Aşiretlerini incelerken kökenin bir şekilde Horasan’a dayandığı görülmektedir. Horasan’a da Orta Asya’dan geldikleri ileri sürülmektedir:
Bize meftun olan marifet söyler
Biz Horasan illerinde baydanız.
Musa gibi lentarani değiliz
Aslımızı sorar isen Hoy’danız
Abdal Musa’ya ait olduğu varsayılan bu sözlerden en azından Abdal Musa ve çevresindekilerin Horasan’dan (hatta Horasan’a bağlı Hoy kasabasından) geldiklerini anlıyoruz.
Türkmen kavramı oldukça fazla tartışılmaktadır. Etimolojisi konusunda da oldukça farklı görüşlere rastlamak olasıdır. Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın “Secere-i Terakkime (Türkmenler’in Soykütüğü) adlı eserinde, Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ı Lügât-ı Türk”ünde, Nesri’nin “Kitab-ı Cihannüma'sında" vs. eserlerde Türkmen adı konusunda çeşitli görüşler ortaya konmuştur.
XI. yüzyıla kadar Oğuzlar’ın dışındaki Türk Boylarından bazılarına Türkmen dendiği bilinmektedir. Bu yüzyıldan sonra Türkmen adı yalnızca Oğuzlar’a verildi. Kaşgarlı Mahmut XI. yüzyılda sadece Oğuz boylarından meydana gelen Türkmen teşekküllerini kaydetmekte, hatta onlarında kendi içlerinde “dedelerinin isimlerini alan” irili ufaklı oymaklara ayrıldığını bildirmektedir. Öte yandan Oğuzlar’ın, XIII. yüzyıllara kadar kendilerini Türkmen diye isimlendirmeleri her halde konar-göçer hayatı temsil ediyordu.
Yörük ve Türkmen adı Osmanlı’da bazen eş anlamlı olarak kullanılmıştır: “Fatih’in Kanunnamesini’nde Yürük tabir olunan Türkmenler’in teşkilat ve vazifeleri hakkında şu madde vardır....” Daha sonraki zamanlarda ise Yörükler, Türkmenler’in bir alt kolu olarak sınıflandırılmıştır:“Rumeli’de bulunan Türkmenler iki sınıfa ayrılmıştı: Yürükler, müsellimler” Farklı zaman ve konum içinde Türkmenlik ve Yörüklük olgusu değişime uğramıştır. Günümüzde (2000 yılına yaklaşırken) Edremit çevresindeki Tahtacılar’a Yörükler “Türkmen” demektedir. Aralarındaki etnik farkın dinsellikten kaynaklandığını, aslında aynı kökenden geldiklerini vurgulamaktadırlar: “Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için aramızda soğan zarı gibi ince fark var deseler de bu farklı dinsel inanç içindeki boylar arasında hemen hemen hiçbir ilişki bulunmamaktadır.” Bu yörede (Edremit ve çevresi) Türkmenlik’ten kasıt Kızılbaşlık'tır. Kısacası bu yörede Türkmenlik, Tahtacılık ve Kızılbaşlık bir şekilde eklemlenmiştir.
Zaman ve konum ne olursa olsun Türkmenlik kavramı içinde köken olarak Türk olma durumunu ve bununla birlikte, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar, konar-göçer bir yaşam tarzını uygulama bulunmaktadır:
“Türkmenler’in hayat tarzlarını yerleşik hayat ile göçebelik arasında bir ara şekil diye tarif edebiliriz. Resmi kayıtlarda ve kanunnamelerdeki konar-göçer tabiri bir terim olarak bunların hayat tarzlarını pek güzel ifade etmektedir.”
X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Hazar Denizi’nden Sir (Seyhun, İnci) ırmağının orta yatağındaki Fârâb (XI. yüzyıldaki adı ile Karaçuk) ve İsficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. X. yüzyılın başlarında Oğuzlar’ın çoğunluğu göçebe idi.Oğuzlar’ın yerleşik yaşama geçişlerindeki en büyük etken İslamlaşma’dır. İslamiyet’in gelişimiyle yerleşik yaşam düzeni gelişmiştir.
Kaşgarlı Mahmut’tan öğrendiğimize göre, Moğol istilası sırasında bir kısım göçebe Türkmenlerin aşağı Sir-Derya boylarında oturmaktaydılar. Faruk SÜMER, Türkmenler’in Horasan’a ve oradan Anadolu’ya göçlerini Moğol istilasına dayandırmaktadır. “Horasan adı ile şüphesiz Türkistan da ifade olunuyordu.” Buradaki göç aslında bir kaçıştır: