Bilanço ve Sonrası...
Kahramanmaraş katliamından sonra her zaman olduğu gibi soruşturmalar yapıldı, davalar açıldı.
25 Aralık gecesi saldırılar sona erdi. Sıra katliamın bilançosunun çıkarılmasına gelmiştir. Saptanan ölü sayısı 111’dir. Yüzlerce kişi yaralıdır. 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştır. Saldırılar durmuş ama halkın korkusu durmamıştır. CHP Milletvekili Oğuz SÖĞÜT, “Yaşananların bir soykırım olduğunu ve Alevi nüfusun yüzde 80’inin kenti terk ettiğini” söylüyordu.
Kahramanmaraş katliamı olmuş bitmiş, Ecevit hükümeti 26 Aralık’ta toplanan Bakanlar Kurulu’nda çareyi 13 ilde sıkıyönetim ilan etmekte bulmuştu. “Sağa da, sola da karşıyız” diyerek iktidar olmaya çalışan Ecevit, katliamı, “Kahramanmaraş toplumsal olayları” olarak anıyordu. Günaydın gazetesinin 28 Aralık’taki manşeti durumu açıklıyordu: “Demirel keyifli. Yeniden başbakan olma umudu Demire’i sevindirdi” ve “Ecevit sıkıntıdan sigarayı günde iki pakete çıkardı”.
Sıkıyönetim isteyenler başarmışlardı. Demirel’den Türkeş’e kadar herkes sevinç içindeydi. (Ne kisevinçleri kursaklarında kalacaktı...) Hatta katliamı “Komünist ve Maocu yasadışı silahlı gerillaların katliamı” olarak nitelendiren Alpaslan TÜRKEŞ, sıkıyönetimin sadece 13 il ile sınırlı tutulmasını yetersiz buluyordu.
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan ÖZAYDINLI’nın hazırlattığı rapora göre, katliam planlayıcıları dışarıdan gelmişti: “19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş otellerinde kalan kişilerle ilgili yapılan araştırmada, kent dışından gelen 26 tane seyyar piyango bayii bulunduğu tespit edilmiştir.
“Kahramanmaraş ilinde yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.” (İfadelerinin inceliğine bakın, gerçek gözüne girmiş, o hâlâ ‘çabalama kaptan, ben gidemem’ diyor...) Kısacası, piyango bu kez Kahramanmaraş’a çıkar!
Bu piyangocuların bir başka versiyonuna 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta rastlıyoruz. Yine dışardan gelmişler, otel defterlerinin meslek hanesini, “hicret koşucusu” olarak doldurmuşlardı!
Kahramanmaraş’a piyango satmaya gidenler arasında adlarını artık ezberlediğimiz isimler de var. Ellbet piyangocu olarak değil, katliam sanıkları olarak: Ünal AĞAOĞLU ve Haluk KIRCI... İşveren ise bu davada yargılanan Ökkeş KENGER. Tanıl BORA ve Kemal CAN’ın Devlet, Ocak, Dergahisimli kitabında söz ettikleri gibi, “Ülkücü hareket 12 Eylül sonrasında söz konusu tarihsel sorumluluğu ve onun bilgisini ‘silmek’ için iki etkiye bel bağlayabilirdi: Bir, MHP’nin, ülkücü hareketin Maraş’a ilişkin sorumluluk taşıdığı bilgisinin yayılması. İki, Maraş’ın unutulması. Maraş olaylarının bilgisi ’12 Eylül öncesi terör olayları’ genelliği içinde kaybolmuş veya ‘vasatlanmış’ durumda olması. Bu acı ama gerçek durumda, Türkiye toplumunun kolektif siyasal belleğinin ezeli zayıflığının payı var. Bu zayıflıkta 'devlet politikalarının' özellikle askeri darbe sonrası rejimlerin, söz konusu ortak belleği deforme eden, travmaya uğratan süreçleri belirleyici...”
Evet, yıllar boyunca silmeye çalıştılar katliamın, katliamların izlerini... O silicilerden biri de Turgut TÜRKEŞ’ti. Akşam gazetesinde 20 Ekim 1994 tarihinde “Buradan Bakınca” isimli köşesinde (Ne kadar anlamlı bir isim seçmiş köşesine!) şu sıkıntısını dile getiriyordu: “Zülfü LİVANELİ Alevilerle ilgili yaptığı ve ATV’de yayınlanan programda (O zaman, prim yapıyordu bu tür programlar. Şimdi başka...) benim sayabildiğim kadarıyla üç defa Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarının ismini zikrederek, zihinlerde yer yapması için veya bilmeyenlerin sorup öğrenmeleri için dikkat çekti.” Ne diyelim, yarası olan gocunur...
Kahramanmaraş katliamının ardından, bütün demokratik kitle örgütleri ve gençlik günlerce katliamı lanetlemiş ve yine bu yüzden cezalandırılmışlardı. Ancak biz yaşadıklarımızı unutmadan, unutturmadan yaşıyoruz. Kim nereden bakarsa baksın, unutturamaz...
Unutturamaz, nasıl unutalım ki...?
Sevgili Emil Galip SANDALCI’nın 26 Aralık 1979 tarihinde Demokrat gazetesinde “Zamandır” başlıklı yazısında dediği gibi: “Kuşkusuz içinde yaşadığımız şu kokuşmuş, kanlı, haksız ve eşitsiz rezil ortamda faşizme, emperyalizme, şovenizme vb. karşı olacağımızı açıklamak doğaldır. Eğer asfalt yol üzerine kapaklanmış cesedi gazete kağıtları ile örtülü profesör dostumuzun (Orhan TÜTENGİL) öpülesi ak saçlı cansız başını TV ekranlarında seyrederseniz ve de cenazesinde -katili imişcesine- dipçiklenirseniz, ya da eşinizin, oğlunuzun, kardeşinizin, babanızın kanlı et parçalarını duvarlardan kazırsanız, gözü gitmiş, kolu bacağı kopmuş, delik deşik edilmiş, felç olmuş, tabanları patlatılmış, elektrikle delirtilmiş, ardına cop sokulmuş insanları tanır, bilirseniz... Elbette faşizmin yanında değilsiniz. Eğer insansanız, Hitlerleri, Himlerleri kıskandıracak Kahramanmaraş kıyımının yapıldığı bu ülkede şovenizm karşısına dikileceksiniz...” (Aktaran Feza KÜRKÇÜOĞLU, V - Özgürlük Dergisi, Sayı 16, 15 Aralık 1998)
Kahramanmaraş katliamından sonra her zaman olduğu gibi soruşturmalar yapıldı, davalar açıldı.
25 Aralık gecesi saldırılar sona erdi. Sıra katliamın bilançosunun çıkarılmasına gelmiştir. Saptanan ölü sayısı 111’dir. Yüzlerce kişi yaralıdır. 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştır. Saldırılar durmuş ama halkın korkusu durmamıştır. CHP Milletvekili Oğuz SÖĞÜT, “Yaşananların bir soykırım olduğunu ve Alevi nüfusun yüzde 80’inin kenti terk ettiğini” söylüyordu.
Kahramanmaraş katliamı olmuş bitmiş, Ecevit hükümeti 26 Aralık’ta toplanan Bakanlar Kurulu’nda çareyi 13 ilde sıkıyönetim ilan etmekte bulmuştu. “Sağa da, sola da karşıyız” diyerek iktidar olmaya çalışan Ecevit, katliamı, “Kahramanmaraş toplumsal olayları” olarak anıyordu. Günaydın gazetesinin 28 Aralık’taki manşeti durumu açıklıyordu: “Demirel keyifli. Yeniden başbakan olma umudu Demire’i sevindirdi” ve “Ecevit sıkıntıdan sigarayı günde iki pakete çıkardı”.
Sıkıyönetim isteyenler başarmışlardı. Demirel’den Türkeş’e kadar herkes sevinç içindeydi. (Ne kisevinçleri kursaklarında kalacaktı...) Hatta katliamı “Komünist ve Maocu yasadışı silahlı gerillaların katliamı” olarak nitelendiren Alpaslan TÜRKEŞ, sıkıyönetimin sadece 13 il ile sınırlı tutulmasını yetersiz buluyordu.
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan ÖZAYDINLI’nın hazırlattığı rapora göre, katliam planlayıcıları dışarıdan gelmişti: “19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş otellerinde kalan kişilerle ilgili yapılan araştırmada, kent dışından gelen 26 tane seyyar piyango bayii bulunduğu tespit edilmiştir.
“Kahramanmaraş ilinde yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.” (İfadelerinin inceliğine bakın, gerçek gözüne girmiş, o hâlâ ‘çabalama kaptan, ben gidemem’ diyor...) Kısacası, piyango bu kez Kahramanmaraş’a çıkar!
Bu piyangocuların bir başka versiyonuna 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta rastlıyoruz. Yine dışardan gelmişler, otel defterlerinin meslek hanesini, “hicret koşucusu” olarak doldurmuşlardı!
Kahramanmaraş’a piyango satmaya gidenler arasında adlarını artık ezberlediğimiz isimler de var. Ellbet piyangocu olarak değil, katliam sanıkları olarak: Ünal AĞAOĞLU ve Haluk KIRCI... İşveren ise bu davada yargılanan Ökkeş KENGER. Tanıl BORA ve Kemal CAN’ın Devlet, Ocak, Dergahisimli kitabında söz ettikleri gibi, “Ülkücü hareket 12 Eylül sonrasında söz konusu tarihsel sorumluluğu ve onun bilgisini ‘silmek’ için iki etkiye bel bağlayabilirdi: Bir, MHP’nin, ülkücü hareketin Maraş’a ilişkin sorumluluk taşıdığı bilgisinin yayılması. İki, Maraş’ın unutulması. Maraş olaylarının bilgisi ’12 Eylül öncesi terör olayları’ genelliği içinde kaybolmuş veya ‘vasatlanmış’ durumda olması. Bu acı ama gerçek durumda, Türkiye toplumunun kolektif siyasal belleğinin ezeli zayıflığının payı var. Bu zayıflıkta 'devlet politikalarının' özellikle askeri darbe sonrası rejimlerin, söz konusu ortak belleği deforme eden, travmaya uğratan süreçleri belirleyici...”
Evet, yıllar boyunca silmeye çalıştılar katliamın, katliamların izlerini... O silicilerden biri de Turgut TÜRKEŞ’ti. Akşam gazetesinde 20 Ekim 1994 tarihinde “Buradan Bakınca” isimli köşesinde (Ne kadar anlamlı bir isim seçmiş köşesine!) şu sıkıntısını dile getiriyordu: “Zülfü LİVANELİ Alevilerle ilgili yaptığı ve ATV’de yayınlanan programda (O zaman, prim yapıyordu bu tür programlar. Şimdi başka...) benim sayabildiğim kadarıyla üç defa Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarının ismini zikrederek, zihinlerde yer yapması için veya bilmeyenlerin sorup öğrenmeleri için dikkat çekti.” Ne diyelim, yarası olan gocunur...
Kahramanmaraş katliamının ardından, bütün demokratik kitle örgütleri ve gençlik günlerce katliamı lanetlemiş ve yine bu yüzden cezalandırılmışlardı. Ancak biz yaşadıklarımızı unutmadan, unutturmadan yaşıyoruz. Kim nereden bakarsa baksın, unutturamaz...
Unutturamaz, nasıl unutalım ki...?
Sevgili Emil Galip SANDALCI’nın 26 Aralık 1979 tarihinde Demokrat gazetesinde “Zamandır” başlıklı yazısında dediği gibi: “Kuşkusuz içinde yaşadığımız şu kokuşmuş, kanlı, haksız ve eşitsiz rezil ortamda faşizme, emperyalizme, şovenizme vb. karşı olacağımızı açıklamak doğaldır. Eğer asfalt yol üzerine kapaklanmış cesedi gazete kağıtları ile örtülü profesör dostumuzun (Orhan TÜTENGİL) öpülesi ak saçlı cansız başını TV ekranlarında seyrederseniz ve de cenazesinde -katili imişcesine- dipçiklenirseniz, ya da eşinizin, oğlunuzun, kardeşinizin, babanızın kanlı et parçalarını duvarlardan kazırsanız, gözü gitmiş, kolu bacağı kopmuş, delik deşik edilmiş, felç olmuş, tabanları patlatılmış, elektrikle delirtilmiş, ardına cop sokulmuş insanları tanır, bilirseniz... Elbette faşizmin yanında değilsiniz. Eğer insansanız, Hitlerleri, Himlerleri kıskandıracak Kahramanmaraş kıyımının yapıldığı bu ülkede şovenizm karşısına dikileceksiniz...” (Aktaran Feza KÜRKÇÜOĞLU, V - Özgürlük Dergisi, Sayı 16, 15 Aralık 1998)