(Hilmi Ziya, “Anadolu’da Dini Ruhiyat Müşahedeleri”, Mihrab Mecmuası, Sayı 13-14, İstanbul,1340-1924.)
Hilmi Ziya
Hazırlayan: Ahmet Taşğın
(02.12.2001)
MEDHAL
James’in bir ifadesine göre: “marazi haller, zihni hayatın bazı anasırını, her zaman kendilerine muhit olan diğer hadiselerden tecrit ederek, bizzat müşahede etmekliğimizi temin ederler. Bedenin teşrihinde mikroskobun gördüğü bir vazifeyi bunlar ruhun teşrihinde görürler.”(1) Bu mütalaa, son devir ruhiyatçılarının marazi şuura ne kadar ehemmiyet verdiklerini gösterir. Pierre Janet, nevrozları tetkik suretiyle hakiki ruhiyata varılacağından bahsetti. Hatta Blondel daha ileriye giderek nevropat-ı içtimaiyeye mukabil ferdi ve ruhu hadisenin esası olarak vazediyordu. Diğer cihetten içtimaiyatçılar, iptidai cemiyetlerdeki sihirbazdan mütekamil cemiyetlerin dahisine kadar bütün ferdi ve deruni kuvvetlerin izahından vazgeçmeye temayül ediyorlar.
Delacroix, ruhiyatın hududunu dini hadiselere teşmil ederek James’in “dini tecrübe”deki usulünü, bazı tadilatla tatbik etti. Sihrin, büyünün teşekkülünde ferdi amillerin tesirini itiraf suretiyle Hubert ve Mauss, Durkheim mektebinden kısmen ayrılıyorlardı. James, alelade dini haletin nevropatta en parlak, en mükeşşef olarak gözüktüğünü söylüyordu. Bu kanaat, dini ruhiyatta da marazi şuurun ehemmiyeti olduğunu gösteriyor.
Esasen, bütün senesterizik haletin, insandan başka hiçbir zi-ruhta bulunmayışı bu ciheti müeyyid değil midir? Uzvi veraset, hayvanatta cümle-i asabiye hastalıkları denilen nevi şimdiye kadar arz etmemiştir. İşte yeni bir ruhiyatın tesisi hususunda Janet ve Blondel’e hatta Freud’a cesaret veren işte bu cephesidir. James için bile uzviyette cümle-i asabiye inkişaf ettikten ve muhtelif marazi eşkal aldıktan sonradır ki faaliyet-i ruhiye başlamıştır.
İnsanla hayvanı tefrik eden en mühim vasıflardan biri asabiyettir. İnsana “hayvan-ı asabi” demek bu nokta-i nazardan yanlış bir şey olmasa gerektir. Bütün hadisat-ı ruhiye hissen muharrik (sensari-matrise) bir suretle zahir olur. Bunlar ise yalnız cümle-i asabiyede tekevvün ederler. Ancak bir tehlike karşısında harekete gelen ve kızan hayvana mukabil, insanın asabı daima hal-ı faaliyette, yahut bir çok marazi şekillerde bulunabilir. Hasılı Blondel’e hak verdirecek derecede denebilir ki, ruhi hadisatın hemen kısmı azamı deruni, marazi tezahürle de kendisini gösterir.
İlk bakışta James’in bütün ruhiyatta “şart-ı lazım” ismiyle bunu temel ittihaz etmesi haklı gibi görünüyor. Hatta Letourneau, Kyenigos gibi içtimaiyatçıların teğaddi ihtiyaçlarından başlayan uzvi içtimaiyatı bunun aynıdır. Bu tarz telakkiye temayül edenlere göre niçin hayvanların cemiyet tesis etmediği, yahut neden insanın haricinde, mütezahir ruhi hayatta başlamadığı ancak bu vecihle izah edilebilir.
Zira, halet-i asabiyeyi kaldıralım cemiyet ve ruhi faaliyet de beraber kayboluyor halet-i asabiyeyi ikame edelim bin-netice cemiyet ve ruhi faaliyet mevcut ve hazırdır. Mademki, asabi veraset, ruhi ve içtimai hadisenin tekevvününde illiyet derecesinde lazım bir şarttır; O halde, ruhi veraset de bununla anlaşılmış olur.
Halbuki asabi hadisedeki müşabehet hakikattir. Ancak yine asabi veraseti müeyyiddir. Ruhi hadise onun neticesi ve eseri addeylemiyorsak mutlaka yaseri bir şekilde reşimin derununda ruhi bir tamaniyet kabul etmek, yahut hadise-i ruhiyeyi bilahare mütehaddis telakki etmek zaruridir. Yoksa ondan mütevellit değildir. Bunun en büyük burhanı, cümle-i asabiyenin bazı Fakari hayvanlarda inkişaf etmiş olmasıdır. Neden cümle-i asabiye mevcut olduğu halde, cemiyet ve ruh hayatı başlamamıştır? Buna karşı, ya hayvan ruhiyatını ve içtimaiyat sevk-i tabiisini işhad ederek cevap verilir; yahut cümle-i asabiyenin hal ruhunun tekevvünü için lazım olan muayyen bir tekamül derecesine henüz varmamış olduğunu söyleyebilir. Evvelen; hayvan ruhiyatı hakkındaki mütalaatı hatırlamak icabeder. Saniyen; iddia edilen içtimaiyat sevk-i tabiisinin, cümle-i asabiyeden tamamıyla mahrum olduğunu da unutmamalıdır. Nihayet son serdedilen delil, en fazla hakikate yakın gibi gözükenidir. Filhakika zi-ruh ve içtimai bir mevcut olan insanda cümle-i asabiyeyi, en ziyade inkişaf ve tekemmül etmiş olarak görüyoruz.
Cümle-i asabiyet ile içtimai ve ruhi hadisenin ayrı ayrı birer şey olduklarını anladıktan sonra, şimdi de hayvan ve insan arasındaki hal-ı asabi tahvilinin neden ileri geldiklerini tetkik edelim. Alelumum, bu tarzda bir taharri için müracaat edilen usulü takip ederek iptidai insan ve ma’şeri tasavvurlarla meşgul olmak muvafık olur. Hubert ve Mauss’un Avustralya kabailinde yaptıkları tetkiklerle Levy Bruhl’u esas ittihaz edecek olursak, görürüz ki, iptidai cemiyette “sihir” vecit halinin azami inkişafa geldiği bir sahadır. Sihirbaz, ağzından köpükler gelen, gözünün önünden hayaletler geçen, dimağı bir girdabat içinde dönen isterik bir adamdır. Hubert’e göre, sihrî kudret nadiren mevrustur. Çok zaman, “menasik” ile iştigal edenlerden birinin kazandığı bir itiyattır. (2)
Müstakbel sihirbaz, bir ormana çekilir. Uzun müddet orada münzevi bir hayat geçirir. Daima vecit anlarının tevlit ettiği asabi ihtizazlar temadi eder. Zaten, Köyn’ün dediği gibi “mensek” aynı fiili, aynı şerait dahilinde, tevlit etmek ihtiyacından yani itiyadın binası olan ihtiyaçtan doğmuş, değil midir? Bu dini itiyat, bilhassa harici alemle temas kesildikten sonra daha nafiz bir surette sihirbazın üzerinde kendini gösterir. Nihayet tabiat ve şahsiyetini derinden derine tebdil eder. Sihirbazın yeni bir hayatı vardır. Eski hayatı artık bitmiştir. Sihrin ananetine ithal edilir. Ve bu ananet onun için kıymetli olur. Hiddet, teessür, tahayyül, gayz gibi asabi haletler bu vasıta ile inkişaf ederek içtimai birer formül almaya başlar.
“Sihr”in icra edildiği mahal, etrafındaki mukaddes eşya ve tabiat, klanın mezarlığı heyet-i mecmuasıyla bir “medine” teşkil eder. Sihirbazla beraber bütün bu eşya ve tabiat bir “kül” vücuda getirir. Ferdileşen kudretin, ailenin nüvesini aramalıdır. Hususiyle aile, teessüsünden sonra “manus” ve bunun ihlafa intikal eden “sihr”-i kudsi ile lakudsiyi deruni ile hariciyi tamamıyla tefrik ettiğinden bu suretle aile ahlakı, izzet-i nefis, gurur, haysiyet, kibir, ilh...gibi hodbînî hislerinin teşekkülüne meydan verdi. Bu suretle aile mücadeleleri, kan davaları ve “intikam-ı şahsi” temayüllerinin manası anlaşılmış olur. Vecd-i içtimaide seyyal ve tecemmu anlarına mahsus olan cemiyetin kudreti ferdileşen gruplarda, ailede tekerrürle itiyat haline gelerek, ikinci bir tabiat meydana getirdi. Bu tabiatın ruhi tezahüratına hiddet ve kin, uzvi tezahüratına da cümle-i asabiyenin bozuklukları yahut daha umumi bir tabirle “nevroz” ismi veriyoruz.
Bundan da anlaşılıyor ki, nevropatı, bilhassa sihirde teşhis eden içtimai itiyatların uzviyette tevlit etmiş olduğu bir hal-i manzumdur. Binaenaleyh insanla hayvan arasındaki cümle-i asabiye farkının mevlidi bizzat içtimai hadisedir. Fakat denilecek ki, sihirbaz iptidai insanlar içerisinde esasen cümle-i asabiyesi bozuk olan bir kimsedir. Bu istidat, onda dinin sırri bir şekilde tekevvüne saik olmuştur. James’in “dini tecrübe”deki misallerini tamimen bu hususta Hallac’tan başlayarak Cüneyd-i Bağdadi’ye kadar, bir çok mutasavvıfı saymak mümkündür.
Sonra ayrıca, neden dolayı aynı asabi halin filanın diğer fertlerinde tekevvün etmediği sorulabilir buna karşı, evvelen sihirbazın bilatedriç (erkan ve menasik)in
icrasına sevk edildiği itiyat ve itizalden sonra kendine “keşf ve ilham”ın başladığını
söyleriz. Eğer istidadın vücudu hakkında ısrar edilirse o zaman da, bütün etnografların Frazer ve Tylor’la beraber mevrus hal-i marazîyi kabul ettiklerini zikretmek kifayet eder. Saniyen aynı itiyat ve itizali (3) bütün klan efradında tatbik etmek mümkün olmadığı için buradan mahdut şahıslara inhisar etmesinin sebebini anlarız.
James’in itiraf ettiği gibi, “gayr-ı kabil-i itiraz bir vakadır ki, dini hayat bir adamın bütün fikrini ve faaliyetini massettiği zaman, onu garip, eksantrik bir hale koyar.” Bu hal, evvelce müstahzar uzvi şeraitin neticesi olmayıp, bilakis tekrar ve itiyatla uzvun üzerinde intiba ve tahavvül tevlid eder. Bu tahavvül müktesep seciyelerin menfi ve marazi bir tezahürüdür. Binaenaleyh intikal ederek, uzviyetin mukavemetine rağmen bir kaç nesil kadar devam edebilir. Ve şayet bu hal, bütün teşkilatı içtimaiyenin tebdilinden mütevellid ise o zaman intikal “seri tahavvül” halinde vaki olarak, bilakis uzviyetin tekamülü üzerinde müessir olur.
Bu mütalaattan anlaşılır ki dini ruhiyat, aynı zamanda tekevvünü ruhiyattır. Bu şuur hakkındaki telakkimiz her ne olursa olsun, en basit şekli görmek merakı hepimizde müşterek olacaktır. Bu suretle ruhi tekamül, bir an vahidin verebileceği dahili tecrübeye inhisar etmeden, bütün merhaleleri tetkik edilebilecektir. Dahili tecrübe, ruhun tekamül safhaları hakkında bizi tenvir ettiği halde, tarihi müşahede tekevvün ve inkişaf suretlerini, onu vücuda getiren anasırını izah etmesi itibariyle daha şamil ve umumi bir kıymeti haizdir.
Biz buradan, umumiyetle dini ruhiyata bir numune olmak üzere, Anadolu tarihinde tesadüf edilen başlıca mutasavvıfları, ruhi ve asabi irazın tezahürleri noktasından tetkik etmeye çalışacağız. Ayrıca lisanî, edebî ve içtimaî tarihler içinde birer mevzu teşkil eden bu şahısları mütalaa ederken, onların bilhassa asri hayatlarını, aile ve intisaplarını nazar-ı itibara almak lazım gelir. Şahsiyetlerin tertibinde hiç bir cihet-i esasi ittihaz edilmediği gibi, tetkik hususunda da bir tercih gözetilmemiştir. Bilahare bütün İslam mutasavvıflarına aynı müşahedeyi tamim etmek üzere, şimdilik bunu yalnız Anadolu tarihinde tecrübe etmekle iktifa edeceğiz.
Hilmi Ziya
Hazırlayan: Ahmet Taşğın
(02.12.2001)
MEDHAL
James’in bir ifadesine göre: “marazi haller, zihni hayatın bazı anasırını, her zaman kendilerine muhit olan diğer hadiselerden tecrit ederek, bizzat müşahede etmekliğimizi temin ederler. Bedenin teşrihinde mikroskobun gördüğü bir vazifeyi bunlar ruhun teşrihinde görürler.”(1) Bu mütalaa, son devir ruhiyatçılarının marazi şuura ne kadar ehemmiyet verdiklerini gösterir. Pierre Janet, nevrozları tetkik suretiyle hakiki ruhiyata varılacağından bahsetti. Hatta Blondel daha ileriye giderek nevropat-ı içtimaiyeye mukabil ferdi ve ruhu hadisenin esası olarak vazediyordu. Diğer cihetten içtimaiyatçılar, iptidai cemiyetlerdeki sihirbazdan mütekamil cemiyetlerin dahisine kadar bütün ferdi ve deruni kuvvetlerin izahından vazgeçmeye temayül ediyorlar.
Delacroix, ruhiyatın hududunu dini hadiselere teşmil ederek James’in “dini tecrübe”deki usulünü, bazı tadilatla tatbik etti. Sihrin, büyünün teşekkülünde ferdi amillerin tesirini itiraf suretiyle Hubert ve Mauss, Durkheim mektebinden kısmen ayrılıyorlardı. James, alelade dini haletin nevropatta en parlak, en mükeşşef olarak gözüktüğünü söylüyordu. Bu kanaat, dini ruhiyatta da marazi şuurun ehemmiyeti olduğunu gösteriyor.
Esasen, bütün senesterizik haletin, insandan başka hiçbir zi-ruhta bulunmayışı bu ciheti müeyyid değil midir? Uzvi veraset, hayvanatta cümle-i asabiye hastalıkları denilen nevi şimdiye kadar arz etmemiştir. İşte yeni bir ruhiyatın tesisi hususunda Janet ve Blondel’e hatta Freud’a cesaret veren işte bu cephesidir. James için bile uzviyette cümle-i asabiye inkişaf ettikten ve muhtelif marazi eşkal aldıktan sonradır ki faaliyet-i ruhiye başlamıştır.
İnsanla hayvanı tefrik eden en mühim vasıflardan biri asabiyettir. İnsana “hayvan-ı asabi” demek bu nokta-i nazardan yanlış bir şey olmasa gerektir. Bütün hadisat-ı ruhiye hissen muharrik (sensari-matrise) bir suretle zahir olur. Bunlar ise yalnız cümle-i asabiyede tekevvün ederler. Ancak bir tehlike karşısında harekete gelen ve kızan hayvana mukabil, insanın asabı daima hal-ı faaliyette, yahut bir çok marazi şekillerde bulunabilir. Hasılı Blondel’e hak verdirecek derecede denebilir ki, ruhi hadisatın hemen kısmı azamı deruni, marazi tezahürle de kendisini gösterir.
İlk bakışta James’in bütün ruhiyatta “şart-ı lazım” ismiyle bunu temel ittihaz etmesi haklı gibi görünüyor. Hatta Letourneau, Kyenigos gibi içtimaiyatçıların teğaddi ihtiyaçlarından başlayan uzvi içtimaiyatı bunun aynıdır. Bu tarz telakkiye temayül edenlere göre niçin hayvanların cemiyet tesis etmediği, yahut neden insanın haricinde, mütezahir ruhi hayatta başlamadığı ancak bu vecihle izah edilebilir.
Zira, halet-i asabiyeyi kaldıralım cemiyet ve ruhi faaliyet de beraber kayboluyor halet-i asabiyeyi ikame edelim bin-netice cemiyet ve ruhi faaliyet mevcut ve hazırdır. Mademki, asabi veraset, ruhi ve içtimai hadisenin tekevvününde illiyet derecesinde lazım bir şarttır; O halde, ruhi veraset de bununla anlaşılmış olur.
Halbuki asabi hadisedeki müşabehet hakikattir. Ancak yine asabi veraseti müeyyiddir. Ruhi hadise onun neticesi ve eseri addeylemiyorsak mutlaka yaseri bir şekilde reşimin derununda ruhi bir tamaniyet kabul etmek, yahut hadise-i ruhiyeyi bilahare mütehaddis telakki etmek zaruridir. Yoksa ondan mütevellit değildir. Bunun en büyük burhanı, cümle-i asabiyenin bazı Fakari hayvanlarda inkişaf etmiş olmasıdır. Neden cümle-i asabiye mevcut olduğu halde, cemiyet ve ruh hayatı başlamamıştır? Buna karşı, ya hayvan ruhiyatını ve içtimaiyat sevk-i tabiisini işhad ederek cevap verilir; yahut cümle-i asabiyenin hal ruhunun tekevvünü için lazım olan muayyen bir tekamül derecesine henüz varmamış olduğunu söyleyebilir. Evvelen; hayvan ruhiyatı hakkındaki mütalaatı hatırlamak icabeder. Saniyen; iddia edilen içtimaiyat sevk-i tabiisinin, cümle-i asabiyeden tamamıyla mahrum olduğunu da unutmamalıdır. Nihayet son serdedilen delil, en fazla hakikate yakın gibi gözükenidir. Filhakika zi-ruh ve içtimai bir mevcut olan insanda cümle-i asabiyeyi, en ziyade inkişaf ve tekemmül etmiş olarak görüyoruz.
Cümle-i asabiyet ile içtimai ve ruhi hadisenin ayrı ayrı birer şey olduklarını anladıktan sonra, şimdi de hayvan ve insan arasındaki hal-ı asabi tahvilinin neden ileri geldiklerini tetkik edelim. Alelumum, bu tarzda bir taharri için müracaat edilen usulü takip ederek iptidai insan ve ma’şeri tasavvurlarla meşgul olmak muvafık olur. Hubert ve Mauss’un Avustralya kabailinde yaptıkları tetkiklerle Levy Bruhl’u esas ittihaz edecek olursak, görürüz ki, iptidai cemiyette “sihir” vecit halinin azami inkişafa geldiği bir sahadır. Sihirbaz, ağzından köpükler gelen, gözünün önünden hayaletler geçen, dimağı bir girdabat içinde dönen isterik bir adamdır. Hubert’e göre, sihrî kudret nadiren mevrustur. Çok zaman, “menasik” ile iştigal edenlerden birinin kazandığı bir itiyattır. (2)
Müstakbel sihirbaz, bir ormana çekilir. Uzun müddet orada münzevi bir hayat geçirir. Daima vecit anlarının tevlit ettiği asabi ihtizazlar temadi eder. Zaten, Köyn’ün dediği gibi “mensek” aynı fiili, aynı şerait dahilinde, tevlit etmek ihtiyacından yani itiyadın binası olan ihtiyaçtan doğmuş, değil midir? Bu dini itiyat, bilhassa harici alemle temas kesildikten sonra daha nafiz bir surette sihirbazın üzerinde kendini gösterir. Nihayet tabiat ve şahsiyetini derinden derine tebdil eder. Sihirbazın yeni bir hayatı vardır. Eski hayatı artık bitmiştir. Sihrin ananetine ithal edilir. Ve bu ananet onun için kıymetli olur. Hiddet, teessür, tahayyül, gayz gibi asabi haletler bu vasıta ile inkişaf ederek içtimai birer formül almaya başlar.
“Sihr”in icra edildiği mahal, etrafındaki mukaddes eşya ve tabiat, klanın mezarlığı heyet-i mecmuasıyla bir “medine” teşkil eder. Sihirbazla beraber bütün bu eşya ve tabiat bir “kül” vücuda getirir. Ferdileşen kudretin, ailenin nüvesini aramalıdır. Hususiyle aile, teessüsünden sonra “manus” ve bunun ihlafa intikal eden “sihr”-i kudsi ile lakudsiyi deruni ile hariciyi tamamıyla tefrik ettiğinden bu suretle aile ahlakı, izzet-i nefis, gurur, haysiyet, kibir, ilh...gibi hodbînî hislerinin teşekkülüne meydan verdi. Bu suretle aile mücadeleleri, kan davaları ve “intikam-ı şahsi” temayüllerinin manası anlaşılmış olur. Vecd-i içtimaide seyyal ve tecemmu anlarına mahsus olan cemiyetin kudreti ferdileşen gruplarda, ailede tekerrürle itiyat haline gelerek, ikinci bir tabiat meydana getirdi. Bu tabiatın ruhi tezahüratına hiddet ve kin, uzvi tezahüratına da cümle-i asabiyenin bozuklukları yahut daha umumi bir tabirle “nevroz” ismi veriyoruz.
Bundan da anlaşılıyor ki, nevropatı, bilhassa sihirde teşhis eden içtimai itiyatların uzviyette tevlit etmiş olduğu bir hal-i manzumdur. Binaenaleyh insanla hayvan arasındaki cümle-i asabiye farkının mevlidi bizzat içtimai hadisedir. Fakat denilecek ki, sihirbaz iptidai insanlar içerisinde esasen cümle-i asabiyesi bozuk olan bir kimsedir. Bu istidat, onda dinin sırri bir şekilde tekevvüne saik olmuştur. James’in “dini tecrübe”deki misallerini tamimen bu hususta Hallac’tan başlayarak Cüneyd-i Bağdadi’ye kadar, bir çok mutasavvıfı saymak mümkündür.
Sonra ayrıca, neden dolayı aynı asabi halin filanın diğer fertlerinde tekevvün etmediği sorulabilir buna karşı, evvelen sihirbazın bilatedriç (erkan ve menasik)in
icrasına sevk edildiği itiyat ve itizalden sonra kendine “keşf ve ilham”ın başladığını
söyleriz. Eğer istidadın vücudu hakkında ısrar edilirse o zaman da, bütün etnografların Frazer ve Tylor’la beraber mevrus hal-i marazîyi kabul ettiklerini zikretmek kifayet eder. Saniyen aynı itiyat ve itizali (3) bütün klan efradında tatbik etmek mümkün olmadığı için buradan mahdut şahıslara inhisar etmesinin sebebini anlarız.
James’in itiraf ettiği gibi, “gayr-ı kabil-i itiraz bir vakadır ki, dini hayat bir adamın bütün fikrini ve faaliyetini massettiği zaman, onu garip, eksantrik bir hale koyar.” Bu hal, evvelce müstahzar uzvi şeraitin neticesi olmayıp, bilakis tekrar ve itiyatla uzvun üzerinde intiba ve tahavvül tevlid eder. Bu tahavvül müktesep seciyelerin menfi ve marazi bir tezahürüdür. Binaenaleyh intikal ederek, uzviyetin mukavemetine rağmen bir kaç nesil kadar devam edebilir. Ve şayet bu hal, bütün teşkilatı içtimaiyenin tebdilinden mütevellid ise o zaman intikal “seri tahavvül” halinde vaki olarak, bilakis uzviyetin tekamülü üzerinde müessir olur.
Bu mütalaattan anlaşılır ki dini ruhiyat, aynı zamanda tekevvünü ruhiyattır. Bu şuur hakkındaki telakkimiz her ne olursa olsun, en basit şekli görmek merakı hepimizde müşterek olacaktır. Bu suretle ruhi tekamül, bir an vahidin verebileceği dahili tecrübeye inhisar etmeden, bütün merhaleleri tetkik edilebilecektir. Dahili tecrübe, ruhun tekamül safhaları hakkında bizi tenvir ettiği halde, tarihi müşahede tekevvün ve inkişaf suretlerini, onu vücuda getiren anasırını izah etmesi itibariyle daha şamil ve umumi bir kıymeti haizdir.
Biz buradan, umumiyetle dini ruhiyata bir numune olmak üzere, Anadolu tarihinde tesadüf edilen başlıca mutasavvıfları, ruhi ve asabi irazın tezahürleri noktasından tetkik etmeye çalışacağız. Ayrıca lisanî, edebî ve içtimaî tarihler içinde birer mevzu teşkil eden bu şahısları mütalaa ederken, onların bilhassa asri hayatlarını, aile ve intisaplarını nazar-ı itibara almak lazım gelir. Şahsiyetlerin tertibinde hiç bir cihet-i esasi ittihaz edilmediği gibi, tetkik hususunda da bir tercih gözetilmemiştir. Bilahare bütün İslam mutasavvıflarına aynı müşahedeyi tamim etmek üzere, şimdilik bunu yalnız Anadolu tarihinde tecrübe etmekle iktifa edeceğiz.