Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Anı
'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği
dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları
ve durumlarıbelli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metin-
lere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem
bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağısıcağına o gü-
nün olay, yaşantıve düşüncelerini aktarırken; anıyazarı, tarih olmuş eski zamanla-
rın olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı
metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği
için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olmasıbeklenemez. Top-
lumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı in-
sanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadık-
ları ilginç olayları anlatırlar.
Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki mes-
lektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.
Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, ga-
zavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri
olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.
Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride de-
ğerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında
edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anıkitaplarıda toplum içinde belli özellikleriy-
le seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçı-
larımız Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968); Yusuf
Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i (İstanbul 1997); Be-
şir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)... gibi.
'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği
dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları
ve durumlarıbelli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metin-
lere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem
bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağısıcağına o gü-
nün olay, yaşantıve düşüncelerini aktarırken; anıyazarı, tarih olmuş eski zamanla-
rın olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı
metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği
için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olmasıbeklenemez. Top-
lumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı in-
sanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadık-
ları ilginç olayları anlatırlar.
Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki mes-
lektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.
Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, ga-
zavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri
olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.
Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride de-
ğerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında
edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anıkitaplarıda toplum içinde belli özellikleriy-
le seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçı-
larımız Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968); Yusuf
Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i (İstanbul 1997); Be-
şir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)... gibi.