DİPNOTLAR
1 Alevi inancına göre, Hz. Ali öldüğü zaman; cenazesini kendisi yıkamış, cenazesini kendisi kefenlemiş, cenazeyi tabuta kendisi koymuş, tabutu da kendisi deveye yüklemiş ve deveyi de kendisi çekmiştir. Daha sonra da cenazeyi toprağa kendisi vermiştir.
2 Yılanlar evi
3 Cehennem ateşi
4 Ateş evi
5 Cehennem üstüne yapılmış kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. Günahkar kullar bu köprüden geçemeyecek ve cehennem ateşine düşüp yanacaktır.
6 Öteki dünyada günahları ve sevapları tarttığı varsayılan terazi.
7 Cennet ırmaklarının suyudur ve bu ırmak suyu, ölümsüzlük suyudur.
8 Tekel.
9 Cehennemde işkence ediciler.
10 Ölmek üzere olan kimseyi kendisi için zor olmazsa sağ yanına yatırarak, yüzü kıbleye gelecek biçimde çevirmek kentte yaşayan Aleviler arasında Sünniliğinde etkisi ile yaygınlaşmıştır. Böyle yapmak güç olursa, ayakları kıble’ye gelecek biçimde sırt üzeri yatırılır, ancak yine yüzünün kıbleye gelmesi için başı biraz yukarı kaldırma uygulaması da kentte yaşayan Aleviler arasında görülen bir başka uygulamadır.
11 Bazı yörelerde telkin, ölmek üzere olan hastanın, sağlığında hoşlandığı bir kimse tarafından yaptırılması uygulaması görülen bir başka davranış biçimidir.
12 “Yâsin Kur’anın hükmü kesin: Sen Rabbin arza elçi gönderdiklerindensin; doğru yol üstündesin; Ataları önderden yoksun bir toplum için ilk uyarmadır sesin. Varsın yitikler senin sözünü dinlemesin, kader zincirlerini boynunda sürüklesin; sen Kur’ana uyanı, Allahını sayanı tam uyarmış demeksin. Ona müjdele, de ki:
- Mükâfat göreceksin;
Murada ereceksin;
Cennete gireceksin...
İnsanoğlu ne yapmış ne yapacak biliriz; hesabını sormaya ölüyü diriltiriz; her şeyi yazdık, çizdik, kestirdik önceden biz. Anlatsana, o şehrin başına gelenleri: Gönderdik ya onlara biz iki Peygamberi, baktık ki inanan yok, bir üçüncü gönderdik, ıslah olsunlar diye imkan verdik, yol verdik; yine inkar ettiler, kötülüğe gittiler, güldüler, söylendiler “Ne demekmiş Peygamber?” “Biz Haktan gönderildik” dediler bizimkiler; onlar yine güldüler, sövdüler dizi dizi:
- Uğursuzlar, defolun, yoksa taşlarız sizi, yüzünüzden yağıyor, başımıza belalar.
- Bizlersiz başınıza daha çok gelecek var; uğur, öğüt bizdendir; uğursuzluk sizdendir!
Böyle tartışırlarken şehrin ucundan biri geldi soluk soluğa, gür sesle şöyle dedi: “Bu ne hile ne oyun. Hemen bunlara uyun; bunlardır hak Peygamber, ne kandırırlar sizi, ne bir ücret isterler! O sesi duydum madem durabilir miyim ben Rabb’a kulluk etmeden: Odur bizi halk eden; bizler hep ondan gelip, er geç, hep ona giden. Hangi akılla başka birine tapayım ben? Allah ise eğer bana zarar vermek isteyen, hangi putun, fayda var hangi şefaatinden? Rabb’e bel bağladım ben, benim sözümü duyun; bunlara uyun hemen, hadi bunlara uyun!...” Yine homurdanmaya, kızmaya başladılar; canını verene dek onu da taşladılar. Aldık onu cennete hâlâ sızlanıyordu: “Ne olurdu kavmim de erseydi bu izzete...” O kavme ne bir ordu, ne sel, ne de zelzele; sadece bir kükreme! Ödleri patlayarak serildiler yerlere... Nice toplum, bu çeşit akıbeti hak etti, onları gazabımız helak etti, yok etti. Dünyadan nice kavmi sildik biz kaç kereler; hepsi huzurumuzda hesap vermek üzereler... Meydandayken: toprağa hayat getirdiğimiz, tane bitirdiğimiz meyve yetirdiğimiz, yerlere çeşit çeşit tohumlar attığımız, yerlerde gürül gürül sular akıttığımız, yine mi fark etmezler, doğru yola gitmezler, yine mi şükretmezler? Bizdeki eşsiz güce belgedir gündüz-gece; karanlıkta dinlenir, ışıkta çalışırlar; insanlar yaşamaya böylece alışırlar. Öyle gece olur ki, Ay büyür kaderince, sonra, bir de bakarsın, hurma dalından ince; ne güneş, yetişir de kararır ayın yüzü; ne gece bir an için geçebilir gündüzü; hepsi de gökyüzünde yüzer kendi izinde. Görseler bunlardan da üstün belgeler vardı: Bitkiler-hayvanlara boğulup kalırlardı, tufanda hepsini bir gemiye yüklemesek; imdada kim gelirdi biz boğmayı dilesek? Her haliyle borçludur şu insan oğlu bize; yaşayıp geçinmesi bağlı takdirimize... Sonradan görmeleri biri dese insanca “Allahın verdiğinden kula verin bir parça” derler ki - “Rab dilese doyururdu kendisi” “Bir tek biz mi olalım her açın efendisi?” Bu, bir saçma bahane; bir açık sapıtmadır. “Sonunda hayır vardır” deseniz, cevap hazır: “Görmedik biz bu va’din geldiğin yerine!” Örnek oladursun onlar birbirlerine; gün geldi mi bir emir, bir davranış elverir; uykudan kalkmış gibi kalkıp kabirlerinden “Kim uyandırdı?” diye sorarlar birbirinden. O gün Rabbin kurduğu mahkemeye girilir; herkese yaptığının karşılığı verilir; iyiler, şevk içinde, gider, cennete konar; Tanrının sesi, canı serinleten bir pınar, çağıldar başlarının ucunda: “Selam size!” Aynı sese gür ve korkunç: “Suçlular! Gelsenize.” “Şeytana uydunuzdu dünyada, bir çok işte, size uygun düşen yer: Cehennem budur işte!” Ağızları mühürlü, kilitlenmiş dilleri ne inkara mecal var, ne te’vile boş yere; bir bir tanıklık eder ayakları, elleri, derler “Bizi kullandı şu şu kötülüklere!” isteseydik onları çarpardık yaşarken de; çıkmazdı içlerinden konuşan da, gören de... Niye O’na uymazlar, aslını düşünmezler: Ne sihirbaz, ne şair; O sadece Peygamber. Ne söylenmişse çıkar, bir belirli zamanda, her şeyi açıklayan, öğüt veren Kur’anda, bin bir bağıştan biri yeter, hatırlasalar, insan için halk oldu, süt ve et veren davar; hâlâ nankör ve gafil, ona bile taparlar. Cansız veya ölümlü, putun da ne hükmü var? Üzülme ya Muhammed! Çabaları nafile... Bir eski mezar görse bir münkir gelir dile “Bu mu dirilecekmiş? Bir avuç kemik kaldı!” Hey bir damla pıhtıdan yaratılan zavallı! Seni öyle var eden, bunu diriltir elbet: Yeşil ağaçtan kızıl ateş yaratan kuvvet... Cümle yaratıkları, yeri-göğü var eden; kemikten yeni insan türetemezmiş neden? O, her şeyi yaratan, gören, bilen, bildiren; ol deyince olduran, öl deyince öldüren. Onunla var oldunuz, onunla gerçeksiniz, ondan kopup geldiniz, O’na döneceksiniz.”
13 “Yoktur başka tapacak bir tek Allah var ancak içinde uyanıktır; her şeyine tanıktır; şaşırıp sorma: Nerede? Her yerde, hiç bir yerde! Ne dalar, ne uyuklar; her an, her yerde hazır; her işte takdiri var. O’nundur, O’nunladır yerde, gökte ne varsa; şefaat mümkün ancak O’ndan izin çıkarsa... Köyünde-yurdundaki önünde-ardındaki neyse insan oğlunun hepsi elinde O’nun. Gerçekleşir sadece O’nun “Olsun!” dediği; bir şey yok yerde-gökte Allah’ın bilmediği dinlenip uyulacak ne kalıyor geride Kürsü’sü, yerleri de kaplamış gökleri de! Kavrıyor, denetliyor, kolluyor göğü-yeri... Bir olmaz sapıtanla inananın değeri; eli böğründe kalır sapıtan-oyalanan; kopmayacak bir kulpa yapışmıştır inanan. ALLAH ki doğruların dostudur, önderidir; onları karanlıktan aydınlığa iletir.”
14 Alevi İnancına göre, imamet Hz. Ali’ye verilmiştir. Bu yetki ve görev ondan da onun çocuklarına, onun soyuna geçmiştir. Alevilerin tüm dinsel törenlerinin önderi ve yönetmeni adına “seyyid-i saadet, evlad-ı resul” denilen kişi yani “Dede” ya da “Baba”dır. Bu nedenle cenaze işlerinin yönlendirilip yönetilmesi de orada bulunuyorsa Dede/Baba tarafından yapılır. Ama orada Dede/Baba veya Dede/Baba tarafından yetkili kılınan rehber yoksa bu iş bilen bir kişi tarafından yürütülür.
15 Rahat döşek, ölenin vefat ettiği yerden alınarak, yere pike ya da battaniye serilerek oluşturulan yeni yere denir.
16 Eröz, Mehmet; TÜRKIYE’DE ALEVILIK VE BEKTAŞILIK, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 152
1 Alevi inancına göre, Hz. Ali öldüğü zaman; cenazesini kendisi yıkamış, cenazesini kendisi kefenlemiş, cenazeyi tabuta kendisi koymuş, tabutu da kendisi deveye yüklemiş ve deveyi de kendisi çekmiştir. Daha sonra da cenazeyi toprağa kendisi vermiştir.
2 Yılanlar evi
3 Cehennem ateşi
4 Ateş evi
5 Cehennem üstüne yapılmış kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. Günahkar kullar bu köprüden geçemeyecek ve cehennem ateşine düşüp yanacaktır.
6 Öteki dünyada günahları ve sevapları tarttığı varsayılan terazi.
7 Cennet ırmaklarının suyudur ve bu ırmak suyu, ölümsüzlük suyudur.
8 Tekel.
9 Cehennemde işkence ediciler.
10 Ölmek üzere olan kimseyi kendisi için zor olmazsa sağ yanına yatırarak, yüzü kıbleye gelecek biçimde çevirmek kentte yaşayan Aleviler arasında Sünniliğinde etkisi ile yaygınlaşmıştır. Böyle yapmak güç olursa, ayakları kıble’ye gelecek biçimde sırt üzeri yatırılır, ancak yine yüzünün kıbleye gelmesi için başı biraz yukarı kaldırma uygulaması da kentte yaşayan Aleviler arasında görülen bir başka uygulamadır.
11 Bazı yörelerde telkin, ölmek üzere olan hastanın, sağlığında hoşlandığı bir kimse tarafından yaptırılması uygulaması görülen bir başka davranış biçimidir.
12 “Yâsin Kur’anın hükmü kesin: Sen Rabbin arza elçi gönderdiklerindensin; doğru yol üstündesin; Ataları önderden yoksun bir toplum için ilk uyarmadır sesin. Varsın yitikler senin sözünü dinlemesin, kader zincirlerini boynunda sürüklesin; sen Kur’ana uyanı, Allahını sayanı tam uyarmış demeksin. Ona müjdele, de ki:
- Mükâfat göreceksin;
Murada ereceksin;
Cennete gireceksin...
İnsanoğlu ne yapmış ne yapacak biliriz; hesabını sormaya ölüyü diriltiriz; her şeyi yazdık, çizdik, kestirdik önceden biz. Anlatsana, o şehrin başına gelenleri: Gönderdik ya onlara biz iki Peygamberi, baktık ki inanan yok, bir üçüncü gönderdik, ıslah olsunlar diye imkan verdik, yol verdik; yine inkar ettiler, kötülüğe gittiler, güldüler, söylendiler “Ne demekmiş Peygamber?” “Biz Haktan gönderildik” dediler bizimkiler; onlar yine güldüler, sövdüler dizi dizi:
- Uğursuzlar, defolun, yoksa taşlarız sizi, yüzünüzden yağıyor, başımıza belalar.
- Bizlersiz başınıza daha çok gelecek var; uğur, öğüt bizdendir; uğursuzluk sizdendir!
Böyle tartışırlarken şehrin ucundan biri geldi soluk soluğa, gür sesle şöyle dedi: “Bu ne hile ne oyun. Hemen bunlara uyun; bunlardır hak Peygamber, ne kandırırlar sizi, ne bir ücret isterler! O sesi duydum madem durabilir miyim ben Rabb’a kulluk etmeden: Odur bizi halk eden; bizler hep ondan gelip, er geç, hep ona giden. Hangi akılla başka birine tapayım ben? Allah ise eğer bana zarar vermek isteyen, hangi putun, fayda var hangi şefaatinden? Rabb’e bel bağladım ben, benim sözümü duyun; bunlara uyun hemen, hadi bunlara uyun!...” Yine homurdanmaya, kızmaya başladılar; canını verene dek onu da taşladılar. Aldık onu cennete hâlâ sızlanıyordu: “Ne olurdu kavmim de erseydi bu izzete...” O kavme ne bir ordu, ne sel, ne de zelzele; sadece bir kükreme! Ödleri patlayarak serildiler yerlere... Nice toplum, bu çeşit akıbeti hak etti, onları gazabımız helak etti, yok etti. Dünyadan nice kavmi sildik biz kaç kereler; hepsi huzurumuzda hesap vermek üzereler... Meydandayken: toprağa hayat getirdiğimiz, tane bitirdiğimiz meyve yetirdiğimiz, yerlere çeşit çeşit tohumlar attığımız, yerlerde gürül gürül sular akıttığımız, yine mi fark etmezler, doğru yola gitmezler, yine mi şükretmezler? Bizdeki eşsiz güce belgedir gündüz-gece; karanlıkta dinlenir, ışıkta çalışırlar; insanlar yaşamaya böylece alışırlar. Öyle gece olur ki, Ay büyür kaderince, sonra, bir de bakarsın, hurma dalından ince; ne güneş, yetişir de kararır ayın yüzü; ne gece bir an için geçebilir gündüzü; hepsi de gökyüzünde yüzer kendi izinde. Görseler bunlardan da üstün belgeler vardı: Bitkiler-hayvanlara boğulup kalırlardı, tufanda hepsini bir gemiye yüklemesek; imdada kim gelirdi biz boğmayı dilesek? Her haliyle borçludur şu insan oğlu bize; yaşayıp geçinmesi bağlı takdirimize... Sonradan görmeleri biri dese insanca “Allahın verdiğinden kula verin bir parça” derler ki - “Rab dilese doyururdu kendisi” “Bir tek biz mi olalım her açın efendisi?” Bu, bir saçma bahane; bir açık sapıtmadır. “Sonunda hayır vardır” deseniz, cevap hazır: “Görmedik biz bu va’din geldiğin yerine!” Örnek oladursun onlar birbirlerine; gün geldi mi bir emir, bir davranış elverir; uykudan kalkmış gibi kalkıp kabirlerinden “Kim uyandırdı?” diye sorarlar birbirinden. O gün Rabbin kurduğu mahkemeye girilir; herkese yaptığının karşılığı verilir; iyiler, şevk içinde, gider, cennete konar; Tanrının sesi, canı serinleten bir pınar, çağıldar başlarının ucunda: “Selam size!” Aynı sese gür ve korkunç: “Suçlular! Gelsenize.” “Şeytana uydunuzdu dünyada, bir çok işte, size uygun düşen yer: Cehennem budur işte!” Ağızları mühürlü, kilitlenmiş dilleri ne inkara mecal var, ne te’vile boş yere; bir bir tanıklık eder ayakları, elleri, derler “Bizi kullandı şu şu kötülüklere!” isteseydik onları çarpardık yaşarken de; çıkmazdı içlerinden konuşan da, gören de... Niye O’na uymazlar, aslını düşünmezler: Ne sihirbaz, ne şair; O sadece Peygamber. Ne söylenmişse çıkar, bir belirli zamanda, her şeyi açıklayan, öğüt veren Kur’anda, bin bir bağıştan biri yeter, hatırlasalar, insan için halk oldu, süt ve et veren davar; hâlâ nankör ve gafil, ona bile taparlar. Cansız veya ölümlü, putun da ne hükmü var? Üzülme ya Muhammed! Çabaları nafile... Bir eski mezar görse bir münkir gelir dile “Bu mu dirilecekmiş? Bir avuç kemik kaldı!” Hey bir damla pıhtıdan yaratılan zavallı! Seni öyle var eden, bunu diriltir elbet: Yeşil ağaçtan kızıl ateş yaratan kuvvet... Cümle yaratıkları, yeri-göğü var eden; kemikten yeni insan türetemezmiş neden? O, her şeyi yaratan, gören, bilen, bildiren; ol deyince olduran, öl deyince öldüren. Onunla var oldunuz, onunla gerçeksiniz, ondan kopup geldiniz, O’na döneceksiniz.”
13 “Yoktur başka tapacak bir tek Allah var ancak içinde uyanıktır; her şeyine tanıktır; şaşırıp sorma: Nerede? Her yerde, hiç bir yerde! Ne dalar, ne uyuklar; her an, her yerde hazır; her işte takdiri var. O’nundur, O’nunladır yerde, gökte ne varsa; şefaat mümkün ancak O’ndan izin çıkarsa... Köyünde-yurdundaki önünde-ardındaki neyse insan oğlunun hepsi elinde O’nun. Gerçekleşir sadece O’nun “Olsun!” dediği; bir şey yok yerde-gökte Allah’ın bilmediği dinlenip uyulacak ne kalıyor geride Kürsü’sü, yerleri de kaplamış gökleri de! Kavrıyor, denetliyor, kolluyor göğü-yeri... Bir olmaz sapıtanla inananın değeri; eli böğründe kalır sapıtan-oyalanan; kopmayacak bir kulpa yapışmıştır inanan. ALLAH ki doğruların dostudur, önderidir; onları karanlıktan aydınlığa iletir.”
14 Alevi İnancına göre, imamet Hz. Ali’ye verilmiştir. Bu yetki ve görev ondan da onun çocuklarına, onun soyuna geçmiştir. Alevilerin tüm dinsel törenlerinin önderi ve yönetmeni adına “seyyid-i saadet, evlad-ı resul” denilen kişi yani “Dede” ya da “Baba”dır. Bu nedenle cenaze işlerinin yönlendirilip yönetilmesi de orada bulunuyorsa Dede/Baba tarafından yapılır. Ama orada Dede/Baba veya Dede/Baba tarafından yetkili kılınan rehber yoksa bu iş bilen bir kişi tarafından yürütülür.
15 Rahat döşek, ölenin vefat ettiği yerden alınarak, yere pike ya da battaniye serilerek oluşturulan yeni yere denir.
16 Eröz, Mehmet; TÜRKIYE’DE ALEVILIK VE BEKTAŞILIK, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 152