Naled) Yezid kimdir? YEZÎD KİMDİR?
1. Yezîd Kimdir? Yezîd’in Soyu, Kavmi Kimlerdir?
Yezîd; Hz.Muhammed’in sevgili torunu ve “Ehl-i Beyt”ten olan Hz.İmâm Hüseyin’i, Kerbelâ’da susuz ve zulm ile şehit eden, İslâmlıkla, Müslümanlıkla alâkası olmayan bir din düşmanı ve dinsiz bir zalimdir.
Dünya yüzünde hiçbir millet yoktur ki;
Yezîd’i bu yaptığı zulümlerden dolayı haklı görmüş olsun. Yalnız Müslümanlar değil, başka dîne mensup olan kavimler bile, Yezîd’in yaptığı bu zalim hareketi lânetlemişler ve Süfyan oğullarının ne kadar hâin ve gaddar bir zalimler topluluğu olduğunu anlamışlardır.
Yezîd’in soyunu ve kavmini inceleyecek olursak;
Kendisi Ebû Süfyan’ın torunu, Muâviye’nin oğlu ve Emevi sülâlesinin dinsiz zalimlerinden biridir.
Bu Emevi sülâlesi ta başından beri; İslâmiyet dînini kuran Hz.Muhammed’e, İslâmiyet dînini yaşatan Hz.Ali’ye ve “Ehl-i Beyt’e” ezelden düşmandı. Çünkü Hz.Muhammed ve “Ehl-i Beyt’i” Haşimiler sülâlesindendi.
Yezîd, Şâm Vâlisi olan düzenbaz, hilekâr, “Ehl-i Beyt” ve din düşmanı babası Muâviye’nin ölmesi üzerine, onun yerine saltanata geçmiş ve babasının yaptıklarını aratmayacak zulüm ve zalimlikler yapmıştır. Yezîd’in bütün hayatı zevk, sefa ve dinsizlik ile geçmiştir. Yezîd’in tek amacı; “Ehl-i Beyt”ten hayatta tek kalan Hz.İmâm Hüseyin’i yeryüzünden kaldırmak ve haksız olarak işgal ettiği makamda, kendi aklınca ilelebet hüküm sürmekti.
Kısa zaman içinde ard arda mesaj yazıldığı için sistem tarafından mesajlar birleştirilmiştir (otomesajdır, Alevimen)
2. Yezîd Bu Zulmü Neden ve Niçin Yapmıştır?
Bir mazlûm olan “Ehl-i Beyt”in göz nûru Hz.İmâm Hüseyin’e, bu zulmü ve zalimliği bir insan nesli nasıl, niçin ve neden yapmıştır? Bunun nedenlerini, bu dînin mensupları olarak bilmemiz, incelememiz ve anlamamız gerekir.
Yezîd bu zulmü ve zalimliği iki nedenle yapmıştır:
Yezîd’in bu zulmü ve zalimliği yapmasının birinci nedeni;
Emevi sülâlesinin, Hâşimi sülâlesine olan ezeli düşmanlığından dolayıdır.
Emevi sülâlesi, Hâşimiler sülâlesinden ve Hâşimileri temsil eden Hz.Muhammed ve Hz.Ali’den nefret ediyorlardı. Bu nedenle; Yezîd’in dedesi Ebû Süfyan, İslâmiyet’in kuruluşunda, başlangıcında İslâm dîninin kurucusu Hz.Muhammed’e karşı savaşmıştı. Babası Muâviye, İslâm dîninin ayakta kalması için her türlü fedakârlığı yapan Şah-ı Velâyet Hz.Ali’ye karşı savaşsmıştı.
Muâviye aynı zamanda; Hz.İmâm Hasan’ı da, karısı Câde’yi kandırarak zehirlettirmiş, zalimliğini göstermiş ve Hz.İmâm Hasan’ı şehit ettirmiştir.
Yezîd’in kendisi de, Hz.Peygamber’in sevgili torunu ve Hz.Ali’nin oğlu Hz.İmâm Hüseyin’e düşmandı. Bu düşmanlığın temelinde ise; ezeli bir hasetlik ve çekememezlik vardı.
Hâşimilerden olan Hz.Muhammed’in sülâlesinde ve “Ehl-i Beyt”inde;
Din, hak, adâlet, doğruluk, sadâkat, iyilik, mazlumluk ve bütün güzellikler vardı.
Emevilerden olan Ebû Süfyan’ın sülâlesinde ve Yezîd kavminde ise;
Dinsizlik, haksızlık, adâletsizlik, eğrilik, sadâkatsizlik, kötülük, zalimlik ve bütün çirkinlikler vardı.
Emevilerin bütün gayesi;
İslâmiyet dîninin kurulmasını önlemek, İslâmiyet’i ortadan kaldırmaktı. Çünkü getirilen yeni din, onların menfaat ve çıkarlarına uymuyordu. Emeviler bu nedenle eski putperestliklerini aynen devam ettirmek istiyorlardı. Emevilerin bütün ticari gelirleri bu düzen üzerine kurulmuş idi.
Emevi sülâlesi;
İslâmiyet’in kuruluşundan beri, hiçbir zaman samimi olarak inanıp Müslüman olmamışlardı. Emeviler; İslâmiyet’in ilk yıllarında da, ilk Müslüman olan yoksul, kimsesiz Müslümanlara çok eziyet ve işkenceler yapmışlardı.
Ancak Hz.Muhammed; Medine’de İslâmiyet’i ve dîni kurmuş kuvvetlendirmiş olarak, Mekke-i Mükerreme’yi feth etmeye gelince;
Emevî sülâlesinden Ebû Süfyan ve kavmi, bu fetih karşısında acı mağlubiyeti kabul etmişler ve hiç savaşmadan Zülfekâr’ın korkusundan güya Müslüman olmuşlardı.
Emeviler; başlarını keskin kılıçlardan kurtarmak ve maddi menfaat sağlamak için İslâmiyet’i kabul etmiş görünerek, İslâm bayrağı altına girmişlerse de, fırsat gözlemişler ve ilk fırsatta baş kaldırmak için geçici bir zaman susmak zorunda kalmışlardı.
İslâmiyet tarihini yakından, gerçek kaynak kitaplardan incelediğimiz zaman bakıp görüyoruz ki;
Emeviler, Hz.Muhammed’in Hak’ka kavuşmasından hemen sonra gerçek karakterlerini, iki yüzlülüklerini göstererek, Hz.Peygamber ve “Ehl-i Beyt’i”ne olan içlerindeki ezeli kini, düşmanlığı ortaya koymuşlar ve her türlü zulmü, zalimliği yapmışlardır.
Emevi sülâlesinden olan Muâviye ve oğlu Yezîd;
Hile ve entrika ile geçirdikleri o makamlarda, din adına rahat oturamıyorlardı. Çünkü, haksız yere işgal ettikleri o makamların gerçek sahipleri kendileri değil,“Ehl-i Beyt” idi. Muâviye ve oğlu Yezîd bunları çok iyi bildiklerinden; din ile İslâmiyet ile insanlık ile hiç alâkaları olmadıklarından ve de zalim olduklarından dolayı, o makamın ve dînin gerçek sahipleri olan “Ehl-i Beyt’e” ve onları sevenlere her türlü zulmü, zalimliği yapıyorlardı.
Muâviye’nin bunları yapmaktaki asıl maksadı;
Haksız yere, hile ve entrika ile ele geçirdiği bu saltanatı, kendisi öldükten sonra da oğlu Yezîd’e, saltanatı rakipsiz bırakmak içindi. Bu saltanatlarına engel olacak, rakip olarak gördükleri tek kişi de “Ehl-i Beyt”ten hayatta kalan Hz.İmâm Hüseyin idi. Çünkü Hz.İmâm Hüseyin, Muâviye’ye biât etmemişti. Bütün hayatı; hile, entrika, zalimlik ve dinsizlik ile geçen Muâviye, öldükten sonra saltanatın başına oğlu Yezîd geçti.
Yezîd saltanatın başına geçince;
Hemen Hz.İmâm Hüseyin’e haberler göndermişti. Yezîd’in, Hz.İmâm Hüseyin’den bir tek isteği vardı. Kendisinin halifeliğini kabul ve tasdik edip, biât etmesini istiyordu.
Hz.İmâm Hüseyin;
İslâm Peygamberi’ne bütün varlığını fedâ eden, Hz.Peygamber’in ruhu, kalbi mesabesinde sayılan ve bu sebeple İslâm Peygamber’i tarafından; “Benim ruhum, benim etim, benim kanım, benim nefsim” dediği ve “Dünyada ve âhirette benim kardeşim yalnız Ali’dir” sözleriyle övdüğü İslâm âleminin velîsi, velîler şahı Aliyyel Mürteza’nın oğludur.
Muâviye’nin oğlu Yezîd’in;
İslâm dînini ortadan kaldırmak istemesini hoş görenler olabilirdi, fakat buna Hz.İmâm Hüseyin tahammül edemez ve buna mani olmak için hiçbir fedâkarlıktan çekinmezdi.
İslâm Peygamberi’nin sevgili torunu ve velîler şahı Aliyyel Mürteza’nın bu kıymetli oğlu;
Dedesinin ve babasının eseri olan İslâm dîninin yok olmaması için, her şeyini fedâ etmekten ve kendisine canı gönülden bağlı evlâd-ı ayali 72 yaranıyla, Kerbelâ çöllerinde susuz ve zulm ile şehit olmayı göze almaktan ve şehâdeti kabul etmekten kaçınmazdı. Çünkü “Ehl-i Beyt”in, ezelde ve gelecekteki bütün olaylardan önceden haberleri vardı.
Hz.İmâm Hüseyin, Kerbelâ’da sevdiklerini gözlerinin önünde birer birer şehit verirken, son olarak kucağına 1,5 yaşındaki oğlu Ali Asgar’ı almış ve Yezîd’in cahil askerlerine;
“Ey zalimler, bana ve benim sahabelerime bir içim su vermediniz ve onları susuz şehit ettiniz. Bilirsiniz ki; İslâm akidesince bütün çocuklar Müslüman olarak doğarlar. Şu gördüğünüz 1,5 yaşındaki çocuk masûmdur, Müslümandır ve hatta Muhammed-ül Mustafa’nın kızı Fâtıma’tüz Zehra’nın torunudur. Bu masûm susuzluktan ölüyor. Bu çocuğa olsun, Allah’ın herkese ihsân ettiği sudan bir içim su veriniz” demiştir.
O büyük İmâm, bu 1,5 yaşındaki çocuğunun da şehit edileceğini bildiği halde, ona su istemesi, o masûm çocuğa su verirler ümidinden ileri gelmiyordu.
Hz.İmâm Hüseyin biliyordu ki;
Muâviye’nin oğlu Yezîd nasıl taş yürekli biri ise, onun ordusunun kumandanı olan Sa’d İbn-i Vakkas’ın oğlu Ömer’de taş yüreklilikte ve şekavette kendi hükümdarı Yezîd’den geri kalmayacak ve İslâm Peygamberi’nin sevgili torununun 1,5 yaşındaki çocuğuna bir içim su vermeyecek ve hatta o masûm çocuğu susuz şehit edecekti.
Nitekim hadise, Hz.İmâm Hüseyin’in düşündüğü gibi tecelli etti.
Sa’d İbn-i Vakkas’ın oğlu Ömer, yanında duran en iyi nişancılarından Harmele’ye; “Hüseyin’e cevap ver” demesiyle; Harmele, Hz.İmâm Hüseyin’in herkesin görmesi için elinde yükselttiği masûm çocuğun boğazına nişan aldı ve çocuk atılan bir ok ile şehit oldu.
Hz.İmâm Hüseyin’in gayesi;
Görünürde Müslümanız diyen hakikatte ise İslâmiyet’ten ve dinden tamamen uzak olan, Yezîd ve ordusunun ahlâklarındaki mahiyeti, bütün insanlığın gözleri önüne yaymaktı. Böylece Hz.İmâm Hüseyin o zalim topluluğun bütün karakterlerini, içyüzlerini ortaya çıkarmış ve bu konudaki bütün delillerini tamamlamıştır. Hz.İmâm Hüseyin bütün bu fedâkarlıklarını, Emevi sülâlesinin hiçbir mazereti kalmaması için yerine getiriyordu.
Kerbelâ hadisesinden sonra;
Bütün bu zalimlikleri ve zulümleri yapan Muâviye oğlu Yezîd’e, hak veren vicdan sahibi bir tek insan kalmadı. Bütün aklı selim sahibi olan din ve imân ehli insanlar, hatta âlimler; Emevi sülâlesinin zihniyetini, bu yaşanılan olayları ve yaptıkları zulümleri gördükten ve duyduktan sonra gerçekten hatalarını anladılar ve tekrar İslâmiyet’e, dinlerine sarıldılar.
Bu sayededir ki;
Hz.İmâm Hüseyin’in o büyük aklı selimi, o büyük ferâseti (anlayış üstünlüğü), o büyük dehâsı ve şehâdeti ile; İslâmiyet ve din yok olmaktan kurtuldu. Bundan dolayı da; minarelerde “Allah’u Ekber” sesleri halen devam etmektedir.
Yezîd’in ve ordusunun bu zulmü ve zalimliği yapmasının ikinci nedeni;
Dünya saltanatı, dünya sevgisi ve dünya hırsı içindir.
Yezîd, yanındaki zalimleri de hep bu makam, mevki ve dünya saltanatı için toplamıştı. Bu alçakça zulmü yapanlar, bu yaptıkları zulmün karşılığında Yezîd’den; makam, mevki, para ve ne lâzımsa onu alıyorlardı.
ALINTI:
1. Yezîd Kimdir? Yezîd’in Soyu, Kavmi Kimlerdir?
Yezîd; Hz.Muhammed’in sevgili torunu ve “Ehl-i Beyt”ten olan Hz.İmâm Hüseyin’i, Kerbelâ’da susuz ve zulm ile şehit eden, İslâmlıkla, Müslümanlıkla alâkası olmayan bir din düşmanı ve dinsiz bir zalimdir.
Dünya yüzünde hiçbir millet yoktur ki;
Yezîd’i bu yaptığı zulümlerden dolayı haklı görmüş olsun. Yalnız Müslümanlar değil, başka dîne mensup olan kavimler bile, Yezîd’in yaptığı bu zalim hareketi lânetlemişler ve Süfyan oğullarının ne kadar hâin ve gaddar bir zalimler topluluğu olduğunu anlamışlardır.
Yezîd’in soyunu ve kavmini inceleyecek olursak;
Kendisi Ebû Süfyan’ın torunu, Muâviye’nin oğlu ve Emevi sülâlesinin dinsiz zalimlerinden biridir.
Bu Emevi sülâlesi ta başından beri; İslâmiyet dînini kuran Hz.Muhammed’e, İslâmiyet dînini yaşatan Hz.Ali’ye ve “Ehl-i Beyt’e” ezelden düşmandı. Çünkü Hz.Muhammed ve “Ehl-i Beyt’i” Haşimiler sülâlesindendi.
Yezîd, Şâm Vâlisi olan düzenbaz, hilekâr, “Ehl-i Beyt” ve din düşmanı babası Muâviye’nin ölmesi üzerine, onun yerine saltanata geçmiş ve babasının yaptıklarını aratmayacak zulüm ve zalimlikler yapmıştır. Yezîd’in bütün hayatı zevk, sefa ve dinsizlik ile geçmiştir. Yezîd’in tek amacı; “Ehl-i Beyt”ten hayatta tek kalan Hz.İmâm Hüseyin’i yeryüzünden kaldırmak ve haksız olarak işgal ettiği makamda, kendi aklınca ilelebet hüküm sürmekti.
Kısa zaman içinde ard arda mesaj yazıldığı için sistem tarafından mesajlar birleştirilmiştir (otomesajdır, Alevimen)
2. Yezîd Bu Zulmü Neden ve Niçin Yapmıştır?
Bir mazlûm olan “Ehl-i Beyt”in göz nûru Hz.İmâm Hüseyin’e, bu zulmü ve zalimliği bir insan nesli nasıl, niçin ve neden yapmıştır? Bunun nedenlerini, bu dînin mensupları olarak bilmemiz, incelememiz ve anlamamız gerekir.
Yezîd bu zulmü ve zalimliği iki nedenle yapmıştır:
Yezîd’in bu zulmü ve zalimliği yapmasının birinci nedeni;
Emevi sülâlesinin, Hâşimi sülâlesine olan ezeli düşmanlığından dolayıdır.
Emevi sülâlesi, Hâşimiler sülâlesinden ve Hâşimileri temsil eden Hz.Muhammed ve Hz.Ali’den nefret ediyorlardı. Bu nedenle; Yezîd’in dedesi Ebû Süfyan, İslâmiyet’in kuruluşunda, başlangıcında İslâm dîninin kurucusu Hz.Muhammed’e karşı savaşmıştı. Babası Muâviye, İslâm dîninin ayakta kalması için her türlü fedakârlığı yapan Şah-ı Velâyet Hz.Ali’ye karşı savaşsmıştı.
Muâviye aynı zamanda; Hz.İmâm Hasan’ı da, karısı Câde’yi kandırarak zehirlettirmiş, zalimliğini göstermiş ve Hz.İmâm Hasan’ı şehit ettirmiştir.
Yezîd’in kendisi de, Hz.Peygamber’in sevgili torunu ve Hz.Ali’nin oğlu Hz.İmâm Hüseyin’e düşmandı. Bu düşmanlığın temelinde ise; ezeli bir hasetlik ve çekememezlik vardı.
Hâşimilerden olan Hz.Muhammed’in sülâlesinde ve “Ehl-i Beyt”inde;
Din, hak, adâlet, doğruluk, sadâkat, iyilik, mazlumluk ve bütün güzellikler vardı.
Emevilerden olan Ebû Süfyan’ın sülâlesinde ve Yezîd kavminde ise;
Dinsizlik, haksızlık, adâletsizlik, eğrilik, sadâkatsizlik, kötülük, zalimlik ve bütün çirkinlikler vardı.
Emevilerin bütün gayesi;
İslâmiyet dîninin kurulmasını önlemek, İslâmiyet’i ortadan kaldırmaktı. Çünkü getirilen yeni din, onların menfaat ve çıkarlarına uymuyordu. Emeviler bu nedenle eski putperestliklerini aynen devam ettirmek istiyorlardı. Emevilerin bütün ticari gelirleri bu düzen üzerine kurulmuş idi.
Emevi sülâlesi;
İslâmiyet’in kuruluşundan beri, hiçbir zaman samimi olarak inanıp Müslüman olmamışlardı. Emeviler; İslâmiyet’in ilk yıllarında da, ilk Müslüman olan yoksul, kimsesiz Müslümanlara çok eziyet ve işkenceler yapmışlardı.
Ancak Hz.Muhammed; Medine’de İslâmiyet’i ve dîni kurmuş kuvvetlendirmiş olarak, Mekke-i Mükerreme’yi feth etmeye gelince;
Emevî sülâlesinden Ebû Süfyan ve kavmi, bu fetih karşısında acı mağlubiyeti kabul etmişler ve hiç savaşmadan Zülfekâr’ın korkusundan güya Müslüman olmuşlardı.
Emeviler; başlarını keskin kılıçlardan kurtarmak ve maddi menfaat sağlamak için İslâmiyet’i kabul etmiş görünerek, İslâm bayrağı altına girmişlerse de, fırsat gözlemişler ve ilk fırsatta baş kaldırmak için geçici bir zaman susmak zorunda kalmışlardı.
İslâmiyet tarihini yakından, gerçek kaynak kitaplardan incelediğimiz zaman bakıp görüyoruz ki;
Emeviler, Hz.Muhammed’in Hak’ka kavuşmasından hemen sonra gerçek karakterlerini, iki yüzlülüklerini göstererek, Hz.Peygamber ve “Ehl-i Beyt’i”ne olan içlerindeki ezeli kini, düşmanlığı ortaya koymuşlar ve her türlü zulmü, zalimliği yapmışlardır.
Emevi sülâlesinden olan Muâviye ve oğlu Yezîd;
Hile ve entrika ile geçirdikleri o makamlarda, din adına rahat oturamıyorlardı. Çünkü, haksız yere işgal ettikleri o makamların gerçek sahipleri kendileri değil,“Ehl-i Beyt” idi. Muâviye ve oğlu Yezîd bunları çok iyi bildiklerinden; din ile İslâmiyet ile insanlık ile hiç alâkaları olmadıklarından ve de zalim olduklarından dolayı, o makamın ve dînin gerçek sahipleri olan “Ehl-i Beyt’e” ve onları sevenlere her türlü zulmü, zalimliği yapıyorlardı.
Muâviye’nin bunları yapmaktaki asıl maksadı;
Haksız yere, hile ve entrika ile ele geçirdiği bu saltanatı, kendisi öldükten sonra da oğlu Yezîd’e, saltanatı rakipsiz bırakmak içindi. Bu saltanatlarına engel olacak, rakip olarak gördükleri tek kişi de “Ehl-i Beyt”ten hayatta kalan Hz.İmâm Hüseyin idi. Çünkü Hz.İmâm Hüseyin, Muâviye’ye biât etmemişti. Bütün hayatı; hile, entrika, zalimlik ve dinsizlik ile geçen Muâviye, öldükten sonra saltanatın başına oğlu Yezîd geçti.
Yezîd saltanatın başına geçince;
Hemen Hz.İmâm Hüseyin’e haberler göndermişti. Yezîd’in, Hz.İmâm Hüseyin’den bir tek isteği vardı. Kendisinin halifeliğini kabul ve tasdik edip, biât etmesini istiyordu.
Hz.İmâm Hüseyin;
İslâm Peygamberi’ne bütün varlığını fedâ eden, Hz.Peygamber’in ruhu, kalbi mesabesinde sayılan ve bu sebeple İslâm Peygamber’i tarafından; “Benim ruhum, benim etim, benim kanım, benim nefsim” dediği ve “Dünyada ve âhirette benim kardeşim yalnız Ali’dir” sözleriyle övdüğü İslâm âleminin velîsi, velîler şahı Aliyyel Mürteza’nın oğludur.
Muâviye’nin oğlu Yezîd’in;
İslâm dînini ortadan kaldırmak istemesini hoş görenler olabilirdi, fakat buna Hz.İmâm Hüseyin tahammül edemez ve buna mani olmak için hiçbir fedâkarlıktan çekinmezdi.
İslâm Peygamberi’nin sevgili torunu ve velîler şahı Aliyyel Mürteza’nın bu kıymetli oğlu;
Dedesinin ve babasının eseri olan İslâm dîninin yok olmaması için, her şeyini fedâ etmekten ve kendisine canı gönülden bağlı evlâd-ı ayali 72 yaranıyla, Kerbelâ çöllerinde susuz ve zulm ile şehit olmayı göze almaktan ve şehâdeti kabul etmekten kaçınmazdı. Çünkü “Ehl-i Beyt”in, ezelde ve gelecekteki bütün olaylardan önceden haberleri vardı.
Hz.İmâm Hüseyin, Kerbelâ’da sevdiklerini gözlerinin önünde birer birer şehit verirken, son olarak kucağına 1,5 yaşındaki oğlu Ali Asgar’ı almış ve Yezîd’in cahil askerlerine;
“Ey zalimler, bana ve benim sahabelerime bir içim su vermediniz ve onları susuz şehit ettiniz. Bilirsiniz ki; İslâm akidesince bütün çocuklar Müslüman olarak doğarlar. Şu gördüğünüz 1,5 yaşındaki çocuk masûmdur, Müslümandır ve hatta Muhammed-ül Mustafa’nın kızı Fâtıma’tüz Zehra’nın torunudur. Bu masûm susuzluktan ölüyor. Bu çocuğa olsun, Allah’ın herkese ihsân ettiği sudan bir içim su veriniz” demiştir.
O büyük İmâm, bu 1,5 yaşındaki çocuğunun da şehit edileceğini bildiği halde, ona su istemesi, o masûm çocuğa su verirler ümidinden ileri gelmiyordu.
Hz.İmâm Hüseyin biliyordu ki;
Muâviye’nin oğlu Yezîd nasıl taş yürekli biri ise, onun ordusunun kumandanı olan Sa’d İbn-i Vakkas’ın oğlu Ömer’de taş yüreklilikte ve şekavette kendi hükümdarı Yezîd’den geri kalmayacak ve İslâm Peygamberi’nin sevgili torununun 1,5 yaşındaki çocuğuna bir içim su vermeyecek ve hatta o masûm çocuğu susuz şehit edecekti.
Nitekim hadise, Hz.İmâm Hüseyin’in düşündüğü gibi tecelli etti.
Sa’d İbn-i Vakkas’ın oğlu Ömer, yanında duran en iyi nişancılarından Harmele’ye; “Hüseyin’e cevap ver” demesiyle; Harmele, Hz.İmâm Hüseyin’in herkesin görmesi için elinde yükselttiği masûm çocuğun boğazına nişan aldı ve çocuk atılan bir ok ile şehit oldu.
Hz.İmâm Hüseyin’in gayesi;
Görünürde Müslümanız diyen hakikatte ise İslâmiyet’ten ve dinden tamamen uzak olan, Yezîd ve ordusunun ahlâklarındaki mahiyeti, bütün insanlığın gözleri önüne yaymaktı. Böylece Hz.İmâm Hüseyin o zalim topluluğun bütün karakterlerini, içyüzlerini ortaya çıkarmış ve bu konudaki bütün delillerini tamamlamıştır. Hz.İmâm Hüseyin bütün bu fedâkarlıklarını, Emevi sülâlesinin hiçbir mazereti kalmaması için yerine getiriyordu.
Kerbelâ hadisesinden sonra;
Bütün bu zalimlikleri ve zulümleri yapan Muâviye oğlu Yezîd’e, hak veren vicdan sahibi bir tek insan kalmadı. Bütün aklı selim sahibi olan din ve imân ehli insanlar, hatta âlimler; Emevi sülâlesinin zihniyetini, bu yaşanılan olayları ve yaptıkları zulümleri gördükten ve duyduktan sonra gerçekten hatalarını anladılar ve tekrar İslâmiyet’e, dinlerine sarıldılar.
Bu sayededir ki;
Hz.İmâm Hüseyin’in o büyük aklı selimi, o büyük ferâseti (anlayış üstünlüğü), o büyük dehâsı ve şehâdeti ile; İslâmiyet ve din yok olmaktan kurtuldu. Bundan dolayı da; minarelerde “Allah’u Ekber” sesleri halen devam etmektedir.
Yezîd’in ve ordusunun bu zulmü ve zalimliği yapmasının ikinci nedeni;
Dünya saltanatı, dünya sevgisi ve dünya hırsı içindir.
Yezîd, yanındaki zalimleri de hep bu makam, mevki ve dünya saltanatı için toplamıştı. Bu alçakça zulmü yapanlar, bu yaptıkları zulmün karşılığında Yezîd’den; makam, mevki, para ve ne lâzımsa onu alıyorlardı.
ALINTI: